Hem Bienal’i hem İstanbul’u keşfedin!
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın Koç Holding sponsorluğunda düzenlediği 14. İstanbul Bienali, çoğu deniz kokulu 36 mekânda ziyaretçilerini bekliyor
Santigrat derecelerden pek belli olmasa da “takvimsel olarak” sonbahar geldi. Hem de sanatseverler, özellikle çağdaş sanatseverler için bir geldi pîr geldi... İstanbul’un çağdaş sanat mekânları, 1 Eylül’den bu yana eteklerindeki taşları dökmek için adetâ birbiriyle yarış ediyor. Yaz aylarında sanata hasret kalan, üstüne üstlük gündemden bunalan bizlere de birinden diğerine koşmak düşüyor...
Bu hareketliliğin en önemi sebebi, hiç kuşkusuz, ülkemizin olduğu kadar uluslararası arenada da saygınlığı iyice artan İstanbul Bienali. Sanatsevere kapılarını -hem de çoğu akla bile gelmez 36 mekânın kapısını- yarın açacak olan etkinliği takip etmek üzere dünyanın dört bucağından 5 bine konuğumuz var İstanbul’da. Eleştirmen, küratör, müze ve galeri yöneticileri ile saygın gazetelerden 500’ü aşkın basın mensubu. Eh, gelmişken Bienale gösterdikleri ilginin birazcığını da İstanbul’a ve diğer sanat mekânlarımıza gösterirler elbet. Bienalin de mekânlarından Özel İtalyan Lisesi’nde düzenlenen basın toplantısının “uluslararası”lığından çıkardığımız bu. 1987’de gerçekleştirilen ilk sergiden bu yana bienalin kendini hep yenilediğini ve geliştirdiğini belirten, “Kentimiz, bienale tüm tarihi ve dinamizmiyle kucak açarken, bienal de İstanbul’un dünya çapında bir kültür sanat başkenti olmasına olumlu katkıda bulundu” diyen İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’na katılmamak mümkün değil.
Toplantıdan devam edelim... İKSV'nin Koç Holding sponsporluğunda düzenlediği İstanbul Bienali'nin temasının 'Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori' olduğunu duymuşsunuzdur, şehrin dört köşesi afişlerle çevrili. Etkinliği 'şekillendiren' -küratör sözcüğünü sevmiyormuş- Carolyn Christov-Bakargiev’in ifadesiyle 'Boğaziçi ekseninde kentin geneline yayılan bu sergi, bir materyalin -tuzlu su- ve çelişen düğüm ve dalga imgelerinin etrafında dönüyor.'
Eczacıbaşı’nın söylediğine göre; mekâna özgü üretimler ve tarihsel mekânların güncel sanatla yeniden keşfedilmesi, ilk bienalden beri olmazsa olmaz... Ama, tema, İstanbul’la bu kadar kucak kucağa olan “Tuzlu Su” olunca, bu özellik doruk noktasına ulaşmış, diyebiliriz. Çünkü, muhteşem bir ekip çalışmasıyla etkinliğin “mimarı” olan Bilge Örer’in yorumuyla “Tuzlu Su, şehri akışkan bağlarla dolaşıyor. Karadeniz’in Marmara Denizi’ne kavuştuğu Rumelifeneri’nden Kadıköy’e, Şişli’den Haliç’e ve Adalar’a, denizde ve karada 30’un üzerinde mekânda düşünce biçimleri üzerine yepyeni bir teori kuruyor.”
Bu yıl; Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’dan 80’in üzerinde katılımcının bin 500’ün üzerinde eseri İstanbul’da... Bu dev etkinliğin bütçesiyse 10 milyon lira... Eserler şehre öyle bir yayılmışlar ki Bülent Eczacıbaşı’nın sanat editörleriyle buluştuğu yemekte söylediği gibi “2 saatte gezivermek” olacak iş değil. Müzeler, tekneler, oteller, eski bankalar, otoparklar, bahçeler, okullar, dükkânlar ve özel konutlar gibi geniş bir “İstanbul” bekliyor sanatseveri.
Kısacası bienal hem “Tuzlu Su”yu, hem de -yeniden- İstanbul’u keşfetmek için eşsiz bir fırsat... Kendinize Boğaz’ın Kuzeyi, Boğaz, Şişli, Beyoğlu, Balat-Tarihi Yarımada, Kadıköy ya da Adalar rotalarından birini belirleyin ve yollara düşün, derim...
GERÇEK MEKÂNLAR, HAYÂLİ MEKÂNLAR...
“Bu yıl bienalimiz bütün İstanbul’a yayılıyor. Gezmek için zaman harcamak, nefes tüketmek, emek vermek gerek. Tek bir günde, tek bir şekilde gezilemeyecek bir bienal var önümüzde. Ama ben eminim ki hepimiz için çok farklı bir deneyim olacak. Kentimizi de daha yakından tanıyacağız ve hiç ummadığımız mekânlarda, hiç ummadığımız sanat eserleriyle karşılaşacağız. Bazıları da hayâli mekânlarda. Denizin dibinde, gidilemeyecek bir yerlerde, ancak karşıdan bakılabilecek bir yerlerde. Hayâli mekânların önemli bir yeri var yaşamlarımızda. Burada da sanat eserlerinin bazılarını erişemeceğiniz ve hayalini kurmanız gereken yerlerde yaşayacaksınız” deyince Bülent Eczacıbaşı, aldı bütün gazetecileri bir merak. Bige Örer yetişti imdada. Üç “hayâl mekân” var Bienalde. Hayâlle-gerçek arası diyelim... İlki Riva Kumsalı’nda... Askeri bölge içinde, Soğuk Savaş döneminden kalma bir radar var... İşte bu bölgede... İkincisi “üzerinde mülkiyet anlaşmazlığı olan” Fransız Yetimhanesi’nde... Sonuncusu da sağlık ve güvenlik düzenlemeleri gereğince girişi engellenen Casa Garibaldi’de... Bunca ilginç mekân arasında ilk olarak belirlenense Büyükada’dan... “İstanbul’da bir sihir olduğunu düşünüyorum” diyen Carolyn Cristov-Bakargiev, çalışmalara başlayınca önce çocukluğu Büyükada’da geçen Orhan Pamuk’u ziyaret etmiş. Pamuk söylemiş ona, Troçki’nin bir dönem adada yaşadığını. “Ben bir bitki gibi organik gelişime inanırım” diyen Bakargiev de, Troçki’nin evini ilk mekân olarak bienal rotasına katıvermiş. İlk mekân, bitkinin ilk yaprağı... Sonra da filiz sürmüş bienal... 1999’da 40 bin, ilk kez ücretsiz olarak gerçekleştirilen 2013’te 340 bin kişinin gezdiği İstanbul Bienali’ni, 1 Kasım’a kadar 500 bin sanatseverin ziyaret etmesi bekleniyor. “Sanat aracılığıyla hatırlarız ve iyilesiriz. Reddederiz ve mutlulukla canlılılık bu sayede mümkün olur” diyen Carolyn Cristov-Bakargiev’in düşüncelerine katılıp bu adaylardan biri de siz olursunuz belki....