Güneşten güç alan karakterlerin hikayesi: Levanten
Zeynep Taşdelen Tenteoğlu, Levanten adlı romanını kaleme alırken ilham kaynağı olan ünlü arkeolog Charles Newton’un günlüklerinden yola çıktı. Onun sade anlaşılır dilini kitabı için seçtiği cümlelere yansıtsa da altında detaylı bir araştırmacılığın yalın bir tarzı yer alıyor.
Günay DEMİRBAĞ
Zeynep Taşdelen Tenteoğlu’nun, Levanten adlı romanı, tarih ve kurgu arasında incelikle dokunmuş bir eser. Tenteoğlu, romanın hazırlık sürecini ve içeriğini anlattığı bu röportajda, tarihi eserlerin kaçırılması konusundaki üzüntüsünden yola çıkarak başlattığı araştırmalarının, eserine nasıl şekil verdiğini ve karakterlerin zıtlıklar üzerinden nasıl hayat bulduğunu bizlere aktardı.
Levanten’i yazmaya nasıl karar verdiniz, ilham kaynağınız neler oldu?
Romanımla ilgili ilk ilham Londra’da St. James parkında otururken geldi. Bankta aklıma gelen ilk anla başladı her şey. Romanın en sonuna doğru yer alan bir an bu. Sondan başa gittim diyebilirim. Yaptığım her yurt dışı gezisinde ülkemiz topraklarından alınan tarihi eserlerin bir şekilde kaçırıldığını düşünüyor, buna çok üzülüyordum. Türkiye’ye döndüğümde bu konuyu araştırmaya başlamamla, kendi yazdığım romanımda bu konuyu işlemem kaçınılmaz olmuştu. Araştırdıkça farklı kaynaklara ulaştım ve bu romanın derinleşmesine, yazması çok keyifli bir hal almasına neden oldu. Charles Newton’ın günlükleri hem dönemin yaşamı ile ama asıl olarak Halikarnas’ın Mozolesinin bulunuşunu inanılmaz detaylarıyla anlatıyordu. Bulunan eserlerin nerede ve nasıl çıkarıldığını o kadar sade ve anlaşılır bir İngilizce ile anlatıyordu ki, okumak, okuyup içinde kaybolmamak inanılmazdı. Sonrasında İzmir ile ilgili Dr George Rolleston’un Savaş ofisi için hazırladığı “İzmir report”, İzmir raporunu buldum. Bu istihbarat raporu inanılmaz detaylıydı. O dönemle ilgili öğrendiğim bilgilere şaşırıyor, hemen hemen hepsini hikayeme eklemek yoluyla okuyucuyla paylaşma isteği duyuyordum. Bu arada tüm bu belirttiğim kaynaklara çok kolay ulaşabiliyorsunuz, o dönemi merak eden herkese bu kaynakları okumalarını tavsiye ediyorum.
Kitabın her aşaması tarihi araştırmalarla aydınlandı
Basit bir meraktan başlayan araştırmalarım okuduğum o döneme ışık tutan araştırma ve tarih kitaplarıyla o kadar derinleşti ki bir süre sonra okuduğum her şeyi daha da sorgulamaya, olabildiğince kaynağına inerek doğrulamaya karar verdim. Bu konuda en doğru kaynaklar bizzat o dönemde İzmir ve Bodrum’da bulunmuş seyyah, bilim adamlarının birbirlerini neredeyse tamamlar şekilde tuttukları günlükler, seyyahnameler, raporlardı. Ulaştığım bu detaylı bilgiler yolumu gerçekten çok aydınlattı. British Museum ve Victoria and Albert Müzesi arşivlerini araştırmak ise hayatımda yaşadığım en keyifli anlardandı.
“Kitapta her karakter zıddıyla var oluyor”
Hayatın zıtlıklardan var olduğu, beslendiği bir gerçek. Kötüyü tanımadan iyinin değerini bilemiyoruz. Yazın yakıcı güneşten bunaldığımızda ancak gölgenin kıymetini anlıyoruz. Karakter yaratım süreci her hikâyede benim için başka ilerliyor. Ama sanıyorum bu hikâyede en çok hoşuma giden şey, kitapta her karakter zıddıyla var oluyor. Tam da karakterleri oluşturup, kafamda şekillendirmeye başladığımda, Edward ve Leyla güneşi, aydınlığı, iyiliği temsil ederken Ziyad karanlıklardan beslenen, gölgelerde yaşayan, geceleri temsil eden yani kötülüğün simgesiydi. Bunu hikâyede Ziyad’la ilgili her bölümde okuyucu anlıyor. Aynı şekilde hikayede geçen iyi, ahlaklı ve vicdanlı karakterlerin peşini güneşin hiç bırakmadığını, hikayenin açılışını ve kapanışını yine güneşin yapması tesadüfi değil.
Romanınızda inanç sistemleri, dil, din ve ırk gibi konulara değiniyorsunuz. Bu temaları işlerken okuyucularınıza vermek istediğiniz mesaj nedir?
Dil, din ve ırklar yüzyıllardan beri insanları birleştirdiğinden çok ayırmış. Bu bir gerçek. Uğruna yapılan savaşlar verilen canlardan geriye kalan aslında yine fakirin daha da fakir, toprak ağalarının, din adamlarının, onları arkalarına alan yöneticilerin de daha zengin olduğu gerçeğidir. Bu her dinde böyle olmuş. İnsanları cehennemle korkuturken, aslında dini yönetenler cehennemden korkmadan yüzyıllarca insanlara zulüm etmişler. Romanda da aslında tam da bu konuda yine zıtlıkların devreye girdiğini görüyoruz. Bir yerde her günahı için kendini cezalandıran ama günah işlemekten de vazgeçmeyen Ziyad, onun zıddı iyiliğin, imanın özde olduğu inancı ile yetiştirilen Hasan. Biz ne kadar saf ve temizsek, sözde değil, özde iyiysek Allah’a da o kadar yakın oluyoruz değil mi? Allah’a korkarak mı yoksa aşkla mı bağlanmalı? Korkuyla işlemediğin günahın ya da cennete gideceğim diye yaptığın sevabın Allah’a duyulan sevgiyle bir alakası var mı? Bu sorular bence çok önemli. Bu hikâyeyi okurken bir saniye bile olsa size bunları düşündürüp, kendi içinize dönmenizi sağlayabiliyorsam ne mutlu bana, bu hikâye amacına ulaşmış demektir.