CRR’nin ilk kadın daimi şefi Nil Venditti: Klasik müziği daha erişilebilir hâle getirmek istiyorum
Cemal Reşit Rey Senfoni Orkestrası’nın şefi Nil Venditti’nin Roma’da çello ile başlayan müzik yolculuğu daha sonra orkestra şefliğine dönüştü. Klasik müziğin ulaşılabilir olmasını hedefleyen başarılı şef, “Müzik cinsiyetsizdir, önemli olan sanattır” diyor.
Günay DEMİRBAĞ
Müzik kariyeriyle dikkat çeken Nil Venditti, CRR Senfoni Orkestrası’nın ilk kadın daimî şefi olarak adından söz ettiriyor. İtalyan baba ve Türk annenin tüm sıcakkanlılıklarını taşıyan Venditti, konser süresince izleyicilerle diyalog kurmayı seviyor. Bazen koltukların arasından bazen de sahneden yaptığı konuşmalarla klasik müziğin interaktif dünyasını salona taşıyor. Mesleğine karşı duyduğu heyecanı salondaki herkese iletmeyi başarıyor. Klasik müziği daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefleyen başarılı şef, uluslararası projeleri ve İstanbul’a olan hayranlığını da özellikle dile getiriyor. Venditti ile klasik müzik sahnesindeki dönüşümü, kariyerinin dönüm noktalarını ve geleceğe dair projelerini konuştuk.
“Şef olmak için doğmuşum”
Çello ile müzik kariyerinizin başladığını biliyoruz. Orkestra şefliği gibi farklı bir alana geçiş yapmaya sizi ne yönlendirdi?
Her şeyden önce, Roma’daki Santa Cecilia Orkestrası’nda bir çellist olarak başladım, bir oyun gibi oldu. Bir gün, çello sırası bana bir şaka yapmaya karar verdi, ve bana söylemeden, orkestra şefinden beni sahneye çağırmasını istediler. Ama o dönemde hayatımda ne olduğunu bilmiyordum, buna hiç düşünmemiştim; sadece çellist olmak istiyordum, çello çalmayı çok seviyordum. Orkestra şefi de bu oyuna katıldı ve beni beş ya da on dakika şeflik yapmaya çağırdı. Bir video olmadığı için mutluyum, çünkü korkunçtu. Sonrasında bana şunu sordu: ‘Neden hiç orkestra şefliği yapmayı düşünmedin?’ Ben de ona hiç düşünmediğimi söyledim. O da bana, onun hocalarından eğitim almam gerektiğini söyledi. Bir yıl sonra, 2015’te ilk orkestra şefliği yarışmamda Abbado Ödülü’nü kazandım. Şimdi geriye bakınca, iyi ki bu şakayı yapmışlar, çünkü bu hayatı çok seviyorum ve tam olarak bunun için doğmuşum.
Her zaman birçok insanla müzik yapmayı istedim, bu yüzden orkestrada çalmayı her zaman çok seviyorum. Müzik yapmak, müziksel görüşümü başkalarıyla paylaşmak, dinlemek, göz teması kurmak ve insan bağlantıları yaratmak her zaman en çok hoşlandığım şeylerdi. Orkestra şefliği, bunları gerçekleştirmem için bana çok daha fazla olanak sunuyor, Ve tabii ki, orkestra şefliği bana müzik bilgisini çok daha derinlemesine keşfetme fırsatı sundu ve bu süreçte buna âşık oldum.
İlk defa orkestra şefliği yaptığınızda neler hissettiniz?
Aslında büyük bir ferahlık hissettim, çünkü ilk kez Roma’daki orkestra ile birlikteydim ve onlar beni zaten tanıyordu. Hepimiz arkadaş olduk, ve herkes benimle çalmak istedi, bu yüzden her şey çok kolaydı ve çok eğlendim. Neler olup bittiğinin farkında değildim, ama büyük bir hafiflik, sevinç ve ferahlık hissettim. Ancak, orkestra şefi olarak gerçekten bir orkestrayı yönettiğim ilk anı düşününce, her şey çok farklıydı: zor, neredeyse imkânsız, hatta acı vericiydi. Sesle, insanlarla hiçbir bağlantım yoktu, hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu ve nasıl daha iyi yapacağımı hiç bilmiyordum.
CRR’nin ilk kadın daimî şefi olmak sizin için ne ifade ediyor?
Benim için CRR Senfoni Orkestrası’nın daimi şefi olmak, büyük bir onur ve olağanüstü bir mutluluktur. Bu harika bir şey ve daha da özel olanı, bu rolü Türkiye’de ilk defa bir kadın olarak üstleniyor olmam. Gerçekten inanılmaz bir onur ve CRR konser salonuna ve orkestraya derin bir bağlılığım var. Her geldiğimde, orkestranın hak ettiği mükemmel bir iş yapmak için kendimi yüzde 100 veriyorum. Birlikte gerçekleştirdiğimiz tüm güzel konserlerden gerçekten çok mutluyum. Orkestra şefliği evrimleşiyor, kurumlar değişiyor ve bugün bir kadın için en önemli şey, bu stereotiplere kapılmamak, mükemmel bir iş yapmaya odaklanmaktır. Temel olan müziktir ve bu orkestra ve müzisyenler için de geçerlidir: müzik önemli olan şeydir ve müziğin cinsiyeti yoktur.
CRR Senfoni Orkestrası’nın sanat yönetmenliği sürecinizde hedefleriniz nelerdir?
“Klasik müziği daha erişilebilir kılmak” misyonunuzdan bahsediyorsunuz. Bu konuda ne tür projeler planlıyorsunuz? Kesinlikle hedeflerimizden biri, klasik müziği herkes için daha erişilebilir hale getirmektir. Bunu nasıl yaptığımızı keşfetmek için konserlerimize gelmelisiniz. Her akşamı çok özel ve titiz bir şekilde organize ediyoruz, çünkü bu sadece müzik değil, aynı zamanda müzik tarihi, bestecilerin hikayesi ve bestecilerin hayatı. Neden bu müziği yazdıklarını, neden çaldığımızı, ne söylemek istediğimizi ve o eserin sırrının ne olduğunu anlamak istiyoruz. Bir hikâye anlatarak, her şey dinleyenler için çok daha erişilebilir hale geliyor. Diğer bir misyonumuz ise biraz daha özel müzikleri yaymak. Örneğin, şubat ayında Sostakoviç’in Birinci Senfonisi’ni icra edeceğiz; bunu harika bir proje olarak görüyorum çünkü şimdiye kadar daha geleneksel repertuvar senfonileri icra ettik ve şimdi nihayet daha özgün bir şeye adım atıyoruz. Ve aslında en güzel projemiz, bu orkestrayı izleyicisi için vazgeçilmez hale getirmektir. Yani, konserler olmadığında, izleyicinin orkestrayı gerçekten özlemesini ve ona ihtiyaç duymasını isterim. Çünkü konserlerimizde, insanlar olarak, insanlık olarak birbirimizi daha iyi tanıyoruz, her şey müzik, müzik tarihi ve orkestranın harika sanatçıları aracılığıyla.
CRR dışındaki uluslararası projeleriniz ve konser planlarınız nelerdir?
Her hafta çok sayıda konserim var, neredeyse dünyanın her yerinde, bu yüzden projelerim gerçekten çok ve her birine tam anlamıyla odaklanıyorum. Her hafta uluslararası projeler üzerinde çalışıyorum. Örneğin, Helsinki Radyo Filarmoni Orkestrası, Stuttgart Oda Orkestrası ile Musikverein ve Deutsche Kammerphilharmonie Bremen’i örnek verebilirim. İngiltere’de BBC orkestralarının tümüyle çok çalışıyorum ve bunlar hepsi olağanüstü projeler. Dünyayı gezerek her gün hayatımda çok eğleniyorum.
Royal Northern Sinfonia ile olan çalışmalarınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
Royal Northern Sinfonia olağanüstü bir topluluk, onları çok seviyorum. İlk görüşte aşk gibiydi; birlikte iki konser yaptık ve hemen sonra birlikte çalışmaya karar verdik. Şu an başkonuk şefiyim ve onlarla çalışmak gerçekten çok keyifli.
En unutulmaz konseriniz veya müzikal anınız hangisiydi?
Deutsche Kammerphilharmonie Bremen ile olan debutum, ünlü Die Glocke salonunda çaldığımız ve Fazıl Say’ın Beşinci Senfonisi’ni icra ettiğimiz konser, hayatımın en olağanüstü konserlerinden biriydi. Bu konser, beni daha yüksek seviyede bir kariyere doğru iten bir deneyimdi. Harika bir orkestra, sold-out bir konser, asla unutmayacağım bir deneyim.
İstanbul hakkında “Dünyanın en güzel şehri” diyorsunuz. İstanbul’u sizin için özel kılan şey nedir?
İstanbul kesinlikle dünyanın en güzel şehri. Tarihi inanılmaz, günümüz dünyasının geçtiği tüm kültürleri kapsayan bir tarih. Roma, Bizans, Osmanlı İmparatorluğu ve onu şekillendiren tüm savaşları görmüş bir şehir. Eğer sarnıçları ziyaret ederseniz, M.S. 170’te tasarlandığını öğrenirsiniz, yani neredeyse 2000 yıl önce, ve bugün 2025 yılındayız. Bu gerçekten olağanüstü bir şey. Ayasofya ve Sultanahmet Camii, yüzyıllardır birbirine bakıyor ve saygı gösteriyorlar. Bu, beni gerçekten nefessiz bırakıyor. Sonra Türk baharatları kültürünü, günde beş kez çalan ezan sesini, Boğaz’ı, martıları unutamıyorum… Gerçekten olağanüstü bir şehir. Ben âşık oldum.
'Klasik müzik dünyası tüm zorluklarına rağmen güzel'
Genç müzisyenlere, özellikle kadınlara, klasik müzik alanında başarılı olmaları için vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Bu dünyaya girmek istiyorsanız, müzisyen olmak ya da bir orkestrada yer almak istiyorsanız, bana gelin, hepiniz gelin. Ve en önemlisi, yapın, yapın, yapın! Bu gerçekten çok zor bir dünya; dışarıdan güzel görünebilir, ama inanılmaz derecede rekabetçi ve karmaşık bir yer. Ancak buna değiyor, hayatınızın her gününde. Tabii ki, Türkiye’den çıkmanız ve Almanya, İsviçre, Avusturya, Finlandiya gibi ülkelerde eğitim almanız gerekecek, biraz Avrupa’yı görmeniz gerek... Ama bu harika bir dünya ve bunun hakkında sizinle konuşmayı çok isterim.