Beyazperdede kurulan dünyalar

27. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde 45 ülkeden 197 sinemacının 62 uzun, 117 kısa ve 34 belgesel filmi sunuluyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

nermin_sayin-019.jpg

Bu hafta Başkentli sanatseverin gündeminde, 27. Ankara Uluslararası Film Festivali var. 45 ülkeden 197 sinemacının 62 uzun, 117 kısa ve 34 belgesel filmi sunuluyor Ankaralılara. Festivalin ilk iki gününde Ankara’daydım. Bir ABD, bir Yunanistan ve bir Fransa-Portekiz ortak yapımı seyrettim. İşte sizin de bu hafta izleyebileceğiniz “Yüce Sezar!”, “Şövalye” ve “Kozmos”tan notlar...

Şövalye kim olacak?

Ankara Film Festivali'nin programını hazırlayanlar 45 ülkeden film seçmişlerdi bu yıl. Dolayısıyla “çeşit boldu.” İlk gün tercihim, erkek dünyasına bir kadın yönetmenin bakışını yansıtan Yunan filmi “Şövalye” oldu. Bir kere filmin afişi harika. 6 tutma noktası olan bir dümen... Çünkü film, bir yatla Ege’ye açılan farklı yaş grupları ve mesleklerden 6 erkeğin öyküsü. Bir süre sonra sıkılan tekne ahalisi, bir oyun icad ediyorlar. Kimin en iyi olduğunu belirleyecekleri bir oyun... Oyunun adı da “Şövalye.” “En iyi”ye bir sınır koymayın: Ailesiyle ilişkilerinden sağlık durumlarına, özel hayatlarından iş dünyalarındaki konumlarına kadar... Her biri iddialı birer yarışmacı, ama aynı zamanda keskin gözlüklü birer yargıca dönüşüyorlar zamanla... Şöyle söyleyelim iş; diş dolgularına kadar gidiyor... kadın yönetmen Athina Rachel Tsangari’nin incelikli komedisi, bu yıl Londra Film Festivali’nde “En İyi Film” seçildi ve Selanik’te “Seyirci Ödülü” aldı. Çocukluktan ihtiyarlığa hiç bitmeyen erkek rekabetine bakan, sevimli bir film “Şövalye.” Sürprizi ise, Eurovision’la tanıdığımız Sakis Rouvas’ın da oynuyor olması... 

► Kimler sever: İncelikli komedilerden hoşlananlar ve sürekli denizde geçip hiç kadın oyuncusu olmayan bir filmden sıkılmayacaklar! 

► Festivalde hangi gün oynuyor: Büyülü Fener 1 Salonu’da, 8 Mayıs Pazar günü 19.00'da.

Hollywood’un altın çağına ironik bir bakış

İstanbul Film Festivali'nin en ilgi gören yapımlarından biri olan “Yüce Sezar!” (Hail, Sezar!), Ankara'da da seyircinin favorisiydi. Joel ve Ethan Coen kardeşlerin ülkemizde de yabana atılmayacak bir hayran kitlesi olduğu ortaya çıkmış oldu böylece. “Yüce Sezar!”, kendilerine özgü bir mizah anlayışı olan Coen kardeşlerin belki de en gülümseten filmi. Seyirciyi Hollywood'un altın yıllarında bir film stüdyosunun yöneticisinin yaşamına konuk eden “Yüce Sezar!”da, Hollywood klasiklerine hem sevgi, hem de ironiyle yaklaşılıyor. Nasıl derseniz, en iyi tanım şu: Coen'ce... O yüzden de film bir tür içinde değerlendirmek zor: Komedi var, müzikal var, polisiye zaten var! Josh Brolin, her dakika aktrislerin başka bir sorun çıkardıkları stüdyoyu ayakta tutan Eddie Mannix'i, Humprey Bogartvari bir havayla oynuyor. O başına sarılan bir sürü sorunla boğuşurken, stüdyoda Hz. İsa'nın hayatını bir Romalı askerin gözünden anlatan epik drama “Yüce Sezar!”, bir Broadway oyunundan uyarlama olan salon draması, bir de Fred Astaire usulü denizci müzikali çekilmekte... Fakat bütün filmlerde işler sarpa sarmış durumda, zira “Yüce Sezar!”ın başrol oyuncusu (George Clooney) kaçırıyor, westernden salon komedisine transfer olan aktör (Alden Ehrenreich) yönetmenini (Ralph Fiennes) çıldırtmak üzere, müzikalin yıldız denizcisi (Channing Tatum) ise hiç de göründüğü gibi biri değil! Bunlara bir de, su balesi yıldızının (Scarlett Johannson) evlenmeden hamile kalması eklenince, işler sarpa saracak doğal olarak! Filmin gizli yıldızlarıysa ikiz paparazzi kardeşleri oynayan Tilda Swinton ve sahnesini anlatıp sürprizini kaçırmak istemediğim muhteşem Francis McDormand... “Yüce Sezar!” kısa bir süre sonra vizyona da girecek. 

► Kimler sever: Hollywood klasiklerini sevip onlara ironik yaklaşılmasına “kızmayacak” olanlar! 

► Festivalde hangi gün oynuyor: Büyülü Fener 1 Salonu’da, 6 Mayıs Cuma 19.00 ve 7 Mayıs Cumartesi 18.00 seanslarında.

Absürdün kıyısında mola verenler

Gelelim son filme... Polonya’da doğan, Fransa’da filmler çeken usta yönetmen Andrzej Zulawski’nin geçen şubatta yaşamını yitirmeden önce tamamladığı son film olan “Kosmos”a (Cosmos.) Seyircileri üçe bölen bir film oldu “Kosmos”: Kimisi, özellikle de Fransız filmlerine ve edebiyatına meraklı olanlar çok sevdi, kimisi de sıkıldı... Üçüncü grupsa, küçük de olsa “uyuyanlar!” Zulawski’ye Locarno’da “En İyi Yönetmen” ödülü kazandıran “Kozmos”, birbirinden çok farklı iki delikanlının kafa dinlemek için geldikleri küçük bir köyde kaldıkları pansiyonda yaşadıklarını, daha doğrusu yaşadıklarından çok kurduklarını öykülüyor. Delikanlılardan biri, babasının zoruyla hukuk okusa da tam bir edebiyat delisi. Roman yazmaya çalışıyor, konuşmalarını büyük yazarların cümleleriyle kuruyor! Geldikleri aile pansiyonunun birbirinden egzantrik kişilerinin ve evin güzeller güzeli kızının da etkisiyle dengesini iyice yitirmesi uzun sürmüyor! Film, Polonyalı yazar Witold Gombrowicz’in 1965’te kaleme aldığı romanının serbest bir uyarlaması. Ayrıca, fotoğraf olarak çok güzel sahnelere sahip.

► Kimler sever: Edebiyat, özellikle Fransız edebiyatı, hatta Stendhal ve Sartre hayranları... Ve de absürd metinlere yakın duranlar... 

► Festivalde hangi gün oynuyor: Büyülü Fener 1 Salonu’nda, yarın 21.30'da.