Başka bir koru bulamazsın!
Melih Cevdet’in ünlü oyunu, Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda Yiğit Sertdemir rejisiyle perde açıyor. Özenli bir ekip çalışmasıyla kotarılan oyun, seyirciye farklı bir tiyatro deneyimi sunuyor...
Bakırköy Belediye Tiyatroları, 25. yılında en enerjik sezonlarından birini geçiriyor. Sezon başlamadan yapılan seçimde kendi gemilerinin kaptanı olan sanatçılar, Alican Yücesoy’un Genel Sanat Yönetmenliği’nde dışarıya da açık, sinerji yüklü, dostane bir tiyatro peşindeler. İzlediğim son işleri olan “Yarın Başka Koruda”yı da bu minvalde değerlendirmek mümkün. Şehir Tiyatroları’nın üretken sanatçılarından, Kumbaracı50’nin mimarı Yiğit Sertdemir’i bir Melih Cevdet Anday yorumuyla Bakırköy’e konuk ediyorlar... Heybesinde yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk başköşede olmak üzere daha neler neler bulunan Yiğit Sertdemir de arayıp da bulunmayacak bir misafir doğrusu. Sezonun en ince elenip sık dokunmuş işlerinden birini yaratmış BBT için... Melih Cevdet Anday’ın en bilinen yapıtlarından biri olan “Yarın Başka Koruda”; ne hakkında derseniz, hem çok şey, hem hiçbir şey hakkında diyebilirim. Yiğit Sertdemir de oyun broşüründe “Saçmanın sınırlarını zorlayan bir oyunla karşılacaksınız birazdan” diyor zaten... Yine de biraz dikkatinizi toplayıp, biraz da anlamaya gönül indirirseniz sahnede “dönen”i, karşınıza neler çıkmaz: Yalnızlık hem de kalabalığın tam ortasındaki, amansızca alanını koruma, umutla kol kola bir umutsuzluk, geçmişe ya da geleceğe saplantı derecesinde düşkünlük, hepimizin bazen yaptığı olmayacak şeye olmayacak anlamlar yükleme, kendini koruma; kendini kandırma; kendine aldırma ve kendine aldırmama... İnsan halleri, deyip çıkıyorum işin içinden! -Bu arada Melih Cevdet ustanın “İçerdekiler” oyunu da Semaver Kumpanya’da provada.
Yiğit Sertdemir, dramaturg Irmak Bahçeci ve tüm ekip, Melih Cevdet’in ince ince, inci gibi dizdiği replikleri yarattıkları yeni bir dille anlatıyorlar. Oyunun diline absürd diyebilirsiniz, deneysel diyebilirsiniz, hatta grotesk bile diyebilirsiniz... Aslında bunların hem hepsi, hem hiçbiri. “Yarın Başka Koruda”ca olmuş bence oyunun dili... Oyunun; korunun içindeki yıprak pansiyonunda buluşan kişilerinin kişilikleriyle, makineleşmiş yönleriyle özdeşlik kurmuş bir beden dili geliştirmişler hep beraber... Pansiyonun incelikler peşindeki; yaşamadan izlemiş kadın sahibi, onu 20 yıldır seven ama tıpkı bir türlü kutlamadığı doğumgünü gibi uzağında tutmaktan adetâ zevk alan adam, 13 yıl önce henüz nişanlılarken yaşadıkları bir günü tıpatıp aynı geçirmek çılgınlığına kapılmış bir kadınla onun geçmişi hatırlayamayan kocası, ev sahibinin kaygısız genç kızı ve âşık olup “nişanlandığı” snob öğrenci, arkadaşı odasında ölmek üzere olmasına rağmen fıkır fıkır yaşam dolu bir Madam ve otorite peşinde bir orman bekçisi... İşte bu tuhaf kalabalık, aralarından bazılarının neredeyse tabulaştırarak hiç gitmediği; “onlar buraya gelmezse, ben oraya giderim” diyen korunun efsunuyla zamansız bir hikâye içindeler... Odakta ise hiç değişmeleyenler ve bizzat değişimin kendisi var. Öylesine var ki “Başka bir koru bulamazsın!” diye haykırası geliyor insanın, Kavafis’e özenip!
Tıkır tıkır işleyen bir makine gibi...
Oyuncular müthiş bir “ekip” olmuşlar, hepsi sahnedeki dişlinin tıkır tıkır işleyen bir parçası sanki. Geliştirdikleri yeknesak devam eden hareket tasarımlarındaki kontrolü yakalamak için ne kadar çalıştıklarını düşünmek istemiyorum! Bir ekip ödülü verilecekse, bu cast fazla fazla hak ediyor. Zeyno Eracar; o yapayalnız ev sahibini harika oynuyor; duruşu, bakışı, bakmayışı, sırtını dönüşü bile anlam dolu... Ayşe Demirel’in Madam Rosa’sı uzun zamandır sahnelerde görmediğim kadar sempatik bir karakter... Mert Asutay’ın “gidemeyen adam”ıysa çocuksu, âşık, çekingen ve de alıngan. Bu dört duygu arasında savrulup dururken o, seyircinin keyfi dörtköşe, sayesinde... Gülce Uğurlu’nun 13 yıl önceki gününü arayan histerik kadınına bayıldım, dört dörtlük... O ne kadar cevvalse o kadar pasif olan kocasında Burak Dur ise oyunun denge unsurlarından. Dicle Akbaş’ın aşkın enerjisi gülüşünden taşan genç kızı ve Kadir Hasman’ın gençliğin bütün o saçmalığıyla kendine sonsuz güvenen genç adamı, dozunda, keyifl i. Çetin Etili’nin orman bekçisiyse her an seyirci de sorguya alacak kadar koruya kapılmış! Nilüfer’in “Tersine Dünya”sındaki çalışması için “Artık dekor fi lan yapmıyor, düpedüz kısa öykü yazıyor” dediğim Barış Dinçel için aynı yargımı tekrarlayacağım; tıpkı kısa öykü gibi “bitmeyen” bir tasarım yapmış çünkü... Sadık Kızılağaç'ın kostümleri, zamansız oyunu bir döneme çekmiş gibi özellikle de aktris giysileriyle... Kerem Çetinel'in ışıklarıysa loş ve “nemli”, bir de tıpkı koru gibi bungun... Ekibin en büyük başarısıysa anlaşılması, hazmedilmesi dolayısıyla seyredilmesi zor olabilecek bir oyunu, bu kadar kalender; herkese geçen bir yapıya taşıyabilmeleri... Uzun ve seyircisini deneyen bir oyun sizi zorlamayacaksa, kaçırmayın!