'Müzeyyen' denen muhteşem şarkının sonu

"Cumhuriyet'in Divası" Senar’ın cenazesi, yarın Bebek Camii’nde öğleyin kılınacak namazının ardından sonsuzluğa uğurlanacak.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

nermin_sayin-034.jpg

Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum... Müziğimizin ulu çınarı, sadece bu topraklara değil yeryüzüne gelmiş en büyük yorumculardan biri olan Müzeyyen Senar, böyle tarif ediyordu işte o eşsiz okuyuşunun sırrını... Dün sabah yitirdik Senar’ı... Yalnızca Cumhuriyetin Divası’nı değil, müziğimizde bir edayı, son temsilcisi olduğu bir ruhu da kaybettik bu ölümle... 

Sesiyle hem mevlitlerin hem de düğünlerin aranılan ismi olan Zehra Hanım, sıcak bir yaz günü, Bursa’nın bir köyünde ipekböceği ürettikleri böceklikte, sonradan biyografisini yazacak Radi Dikici’nin değişiyle “dünyanın en güzel sesli bebeği”ni dünyaya getirir… Bebeğin nüfusa kaydı görevini üstlenen enişte Ziya Bey, önceden kararlaştırılan isimden cayar ve “Müzeyyen”i yakıştırır ona… Enişte Ziya Bey, o gün hangi dürtüyle bebeğe ‘süslenmiş, bezenmiş’ anlamına gelen bu isimle seslenmiştir bilinmez. Ama, o bebeğin doğuşundan neredeyse bir asır sonra, bugün söylemek mümkün ki; Ziya Bey, Müzeyyen’in hem kendi ömrünü hem de aynı topraklarda yaşayan bizlerinkini müzikle, nağmeyle, güfteyle, edayla, sevinçle ve hüzünle bezeyeceğini âdeta önceden kestirmiş… Zira, neredeyse konuşmakla birlikte şarkı söylemeye başlayan Müzeyyen, 97 yıl süren ömrünün aşağı yukarı 85 yılında, müzikseverlerin baştacı olmayı bildi. Sevilen şarkısında dediği gibi ‘Menendi olmadığından kime benzeteceğimizi’ bilemediğimiz Müzeyyen Senar’ı her kuşaktan alaturka sever bunca yıl yere göğe koyamadığı gibi, alaturkayı hiç sevmeyen, hatta hiç bilmeyen -hatta Türkçe bile bilmeyen- dinleyiciler dahi, onun okuyuşundaki kendine özgülüğü, her şarkıya adeta bir romanmış gibi yaklaşışını hissettiler kuşaklar boyunca.... 

Güfteyi kaleme alanın kalbinde bir rüzgâr gibi dolaşan, bestekârın kimselere açmadığı sırlarını devşiren, nihayet nağmeyi sazda vuran elleri bir bir tutan bir sesti, o... Bir duygu gezgini, bir gönül dervişi. Atatürk’ün de övgüsüne mazhar olan bu yorumcu, eski söylenişiyle bu muganniye; Türk Sanat Mûsikîsî’ni oluşturan bunca yaşanmışlığın ve bir o kadar yaşanamamışlığın masalını dillendirirken, belki de o yüzden bu kadar yakındı içimizde bizim bile lâyıkıyla bilmediğimiz o yere... Uzun lafın kısası, dünyanın bütün büyük yorumcuları gibi onda da şarkıcıyı köşeye koyup bizzat şarkı olma istidadı vardı... İşte o “Müzeyyen” denen muhteşem şarkının sonunda, hüzünle kol kolayız artık...

duet.jpg

14 yaşında, Radyoevi'nde

Şarkılar içinden kopup gelen küçük Müzeyyen, bir yıldız gibi doğduğunda daha bir yeniyetmeydi. Kendisine bir şarkısını vererek ilk kez yorumlamasını isteyen bestekâr Mustafa Nafi z Irmak, yıllar boyunca onu dinleyip şaşıran pek çok hayranıyla aynı fi kirdeydi, daha o yıllarda ki şöyle demişti ona: “Kızım sen bu şarkıyı okurken, hayrettir, benim hissettiklerimi bana tekrar yaşattın.” Sonra.. İstikamet Radyoevi… 14 yaşındaki Müzeyyen, usta işi bir repertuar hazırlamış, sırf o gün için dikilen yeni etek bluzunu giymiştir ama gel gör ki boyu mikrofona yetişememekte: “Hemen bir çare bulundu. Plak yapımında kullanılan üç tane balmumu kutusu üst üste kondu ve ben onların üzerine çıktım. Bir hane peşrev çalındıktan sonra eserleri bir bir icra etmeye başladım. Son şarkıya nasıl geldiğimi fark etmeden program bitti. Dönüp saz üstatlarına ve hocalarıma bakınca hepsinin yüzünde gördüğüm tebessüm ve hoşnutluk beni çok mutlu etmişti.”

Atatürk'ün huzurunda şarkı söylemiş bir efsaneydi

Türk Sanat Müziği’nin efsane isimlerinden Müzeyyen Senar, 1918'de Bursa’da dünyaya geldi. Müzik eğitimine Anadolu Musiki Cemiyeti’nde kemençe üstadı Kemal Niyazi Seyhun Bey ve udi Hayriye Hanım gözetiminde başladı. Senar’ın ünü yayıldıkça, hafız Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Lem’i Atlı, Mustafa Nafi z Irmak gibi devrin önemli üstatları da ona dersler verdi. Kemal Niyazi Bey ile İstanbul Radyosu’nda şarkı söylemeye başlayan Senar, perşembe günleri ilgiyle izlenen bu programla geniş kitlelere adını duyurdu. Müzeyyen Senar’ın yeteneği, Atatürk’ün de ilgisini çekti ve sanatçı birçok kez onun huzurunda özel meclislerinde şarkı okudu. Ankara Radyosu’nun 1938'deki ilk yayınlarına katılan ve 1941'e dek radyo aracılığıyla dinleyicileri ile buluşmayı sürdüren Senar, Türk musikisine yeni bir soluk getirdi. Senar, son sahne konserini ise 1983'te İstanbul Bebek Gazinosu’nda verdi, bu tarihten sonra yalnızca ender anlarda, müzikli özel toplantılarda şarkı söyledi. Müzeyyen Senar, 1998'de Devlet Sanatçısı seçildi. Senar, 2004'te Sezen Aksu tarafından düzenlenen gecede 73. sanat yılını kutladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2013 Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri çerçevesinde kültür ve sanata hizmetlerinden dolayı Senar’ı ödüllendirdi. İzmir'deki evinde 26 Eylül 2006 tarihinde fenalaşan sanatçının beyin enfarktüsü geçirdiği ve vücudunun sol tarafının felç olduğu açıklandı. 2007'de İstanbul'daki Darüşşafaka'da Rehabilitasyon Merkezi'nde tedavi gördü, daha sonra Bodrum'daki kızı Feraye Işık ile yaşamaya başlayan Senar'ın tedavisi burada sürdü. Sağlık durumunun 24 saat tıbbi kontrol altında tutulmasını gerekli kılması nedeniyle 7 Ocak 2015’de Bodrum’dan Urla'daki Darüşşafaka’ya ait yaşlı bakımevine götürülen Senar, 15 Ocak’ta rahatsızlanması üzerine Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Burada 13 gün gözetim altında tutulan Senar, taburcu edildi ve Urla’daki yaşlı bakımevine döndü. Senar, 2 Şubat'ta rahatsızlığının nüksetmesi üzerine Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’ne kaldırıldı. Sanatçı, aramızdan dün sabah saatlerinde ayrıldı.

Hüzünlü bir Yeşilçam hikayesine benzeyen çocukluk

Tüm hayatı boyunca talihin gizemli elini omzunda hisseden Müzeyyen’i ‘Müzeyyen’ yapanlardan biri de, belki, hüzünlü bir Yeşilçam hikâyesine benzeyen çocukluğu. Annesi hovardalıklarına dayanamadığından babasını terk edince yapayalnız kalan 11 yaşındaki küçük kız, tıpkı Zehra Hanım’ın yaptığı gibi, uyumak üzere yatağına uzandığında kendi kendisine şarkı (ninni) söylemese “Yetimler güzeli yavrum uyusun”u hem yavruyu hem anneyi dillendirerek böylesine yüce söyleyebilir miydi acaba? O, kendini yatıştırmak için söylediği şarkılarla bizi de teskin etti bunca zaman, o yüzden sesiyle avutmayı bildi daima: “Annemden ayrıldığım günlerde kendimi avutmak için geliştirdiğim bu metot ömrüm boyunca devam etti. Ne zaman üzülsem, hüzünlensem hemen şarkı söylemeye başlıyorum. Bugün bile…” Ya, annesinin peşinden İstanbul’a gelen 12 yaşındaki küçük kekeme Müzeyyen, 19. Mektebi Fakir’de bir teneff üs saatinde “Gidelim Göksu’ya bir âlem-i âb eyleyelim”i söylemeseydi, okulun müdürü onu duymasaydı, müzik hocasına tavsiye etmeseydi, müzik hocası müsamerede ona “Çoban Kızı”nı söyletmeseydi, müsamereyi izleyen eniştesi Ziya Bey’in bir arkadaşı “Bu çocuğun çok iyi bir sesi var, eğitimden geçmesi lâzım” demeseydi… Ya bizler, seksen yıldır onunla ağlayan onunla gülen, onunla ah çeken, oh diyen bizler, bizim zavallı ‘gam-zede’ ruhlarımız, nasıl; nerden deva bulacaktık…

'Kekeme olmasaydım, Müzeyyen Senar olmazdım...'

Annesi Zehra Hanım’dan aldığı billur sesi, daha 3-4 yaşlarındayken onu taklit ederek başladığı ‘müzik eğitimi’, 6 yaşındayken bir düğünde ‘şakıdığı’ gecenin sabahı kekeme bir çocuk olarak uyanışı… Hayatını buruk bir ‘müzikal’e çeviren bu müthiş olay, belki de onu böylesine büyük bir muganniye yapan kaderin sonu tatlı biten bir oyunu… Şöyle anlatıyordu: “Konuşamamak beni kahrediyordu. Daha önce beraber oyun oynadığımız arkadaşlarımın arkamdan alaylı taklitlerini duyunca eve koşup ağlıyordum. Ancak, bugün düşündüğümde, sanki Tanrı bana başka bir şey vermek için kekeme olmamı istemişti. Çünkü konuşamayınca şarkı söylemeye mecbur kalıyordum. Yeni bir usûl geliştirmiştim. Artık anlatmak istediklerimi şarkı söyleyerek ifade etmeye başlamıştım. Yani sürekli şarkı söyleyen bir insan haline gelmiştim. Bu herhalde sesimin volümüne ve kalitesine olumlu etki yapmış olmalıdır. Çünkü bazı heceleri çıkarmak için gırtlaktan farklı sesler çıkarmak durumunda kalıyordum. İşe iyi tarafından bakmak gerekirse, kekeme olmasaydım, belki bugünkü Müzeyyen Senar olamazdım.”