Zeytin ağaçlarını katledenler Oleatrium(*) Müzesi’ni gezse ne düşünürdü?

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Boksör ringde ha bire dayak yiyor, rakibinin sağlı sollu yumruklarıyla perişan durumda. Antrenörü ise köşesinde durmaksızın “Çok iyi gidiyorsun, rakibin düştü düşecek, hadi oğlum, vur, daha hızlı, daha hızlı” diyerek moral vermeye çalışıyor. Dayak yiyen boksör raunt arasında nefes nefese soruyor: “Hocam iyi diyorsun da, ben iyi gidiyorum da, deminden beri beni kim dövüyor öyleyse?” 

Yırca’daki köylülerin durumu da biraz dayak yiyen boksöre benzedi. Dayak yiyen ve zeytin ağaçlarının kesilmesini önleyemeyen köylüler perişan; ama birileri, “Şirketin güvenlik görevlilerini döversiniz ha, onlara saldırırsınız ha” diyerek köylülerden şikayetçi olabiliyor. Kim kimi dövmüş çok açık, konu zeytin ağacı ve birileri zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyor; ne tuhaf. Dayak yiyenler de, ağaçları katledilenler de köylüler. 6 bin ağacın kökünden sökülmesine engel olamamış, durumu gözleri yaşlı izlemişler. Şimdi belki içlerinden geçiriyorlardır, güvenlik görevlilerini biraz “fazla” dövseydik de, kesilen ağaç sayısını 4 binde, 5 binde tutabilseydik, diye… 

Bakın, 301 madenciyi kaybettik, unuttuk; asansörde 10 işçiyi kaybettik, unuttuk; Ermenek’te kaybettiğimiz 18 madencinin 16’sının cesedine bile ulaşamadık, diri diri gömdük, onları da unutmak üzereyiz. 6 bin zeytin ağacının lafı mı olur, onu birkaç güne tümden unuturuz. 

O müze görülmüş olsaydı… 

Kuşadası’nın Davutlar beldesinde Hasan-Gürsel Tonbul çifti tarafından neredeyse bir ömür harcanarak oluşturulan Oleatrium Zeytin ve Zeytinyağı Müzesi var. Müzeyi gezerken, tam 2500 yıllık bir yolculuğa çıkıyorsunuz adeta. Yüzyıllar öncesinin zeytinyağı çıkarmada kullanılan ekipmanları sergileniyor. Ekipmanlar asıllarına uygun olarak yeniden yapılmış değil, hepsi orijinal. Ve zeytinyağının nasıl çıkarıldığını yaşıyorsunuz. 

Müze, toplam 11 reyondan oluşuyor ve en eski reyon İon dönemi işlik modelinden başlıyor ve elektrikli reyonla bugüne ulaşılıyor. Son bölümde ise zeytin ve zeytinyağına yakınlığıyla bilinen üzüm ve şarabın üretimi ile ilgili araç, gereç ve yöntemler sergileniyor. 

Müzede 100 kadar insan ve hayvan figürü kullanılmış. Silikondan yapılan figürlerde karşınızda bir insan varmışçasına hayret uyandıran başarılı örnekler ortaya çıkarılmış. 

İşte “Acaba” diyoruz… “O 6 bin zeytin ağacını katledenler, katletme emri verenler, bu müzeyi gezseler biraz utanırlar mı, ne yaptık biz, diye düşünürler mi, yoksa altı üstü ağaç, demeye devam mı ederler?” 

Zeytin çekirdeğinden elektrik! 

Biz şimdi zeytin ağacı katliamına değiniyoruz ya, birileri yine Türkiye’nin elektriğe ne kadar ihtiyacı olduğundan dem vuracak, “Zeytin çekirdeğinden elektrik üretirsiniz artık” diyerek akılları sıra bizimle dalga geçecek. Elektriğe ihtiyacımız olmadığını söylemişiz gibi… 

Önce herkesin kullandığı elektriğin bedelini ödemesini sağlasak, biraz ona yoğunlaşsak, nasıl olur… Doğu ve Güneydoğu’da yıllardır neredeyse hiç fatura ödemeyenlere yönelsek, becerebiliyorsak eğer… Ödeme yapmadığı için tasarrufun “t”sini düşünmeden tüketim yapanların üstüne gidebilsek… 
Elektrik üretelim, tabii ki daha çok üretelim, ucuza üretelim. Ama bu yüzlerce yıllık ağaçları keserek mi olacak yani? Üstelik mevcut yasaya aykırı biçimde. Yasaya uygun olsa bile bin kere düşünmek gerekirken, hem de yasaya aykırı biçimde. 

Acaba bu ağaçları kesenler hiç elleriyle bir fidan dikip, onlarca yıl onun büyümesini beklediler mi? Dedelerinden, babalarından kalan bir ağacın, oraya bir tesis kurmak için gelecek birileri tarafından bir gece yarısı kesilmesine hiç tanık oldular mı? 

Doğayı katlede katlede… 

Hisse senedi piyasasının acemi oyuncuları vardır. Dolduruşa gelir, yükselmekte olan bir hisse senedini adeta tepe noktasında alırlar. Trenin son vagonuna atlarlar yani. Ve zarar kaçınılmaz olur. Doğayı katlederek termik santraller kuruyoruz, Karadeniz’in muhteşem güzelliğini hidroelektrik santrallerle yok etmek için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Ama, son vagona atlayan acemi borsacı gibi, başka bir alana yoğunlaşmış durumumuz da dikkat çekiyor şimdi. Nükleer enerji… 

Acaba nükleer enerjide de durum öyle sayılır mı, yani nükleer enerji, trenin son vagonu gibi mi? Bu trene, gelişmekte olan ülkeler mi atlıyorlar artık? 

Almanya’nın tüm nükleer santrallerini yaklaşık 10 yıl içinde tümüyle kapatma kararı almasının düşünülecek bir yönü yok mu? Ya İngiltere’nin, Rusya’nın nükleer enerjiyi masaya yatırma kararları? Üstelik unutmayalım, Almanya elektrik enerjisi ihtiyacının dörtte üçünü nükleer santrallerden karşılıyor. Yani demek ki Almanya nükleer enerjinin yerine bir şey koyacak; ama ne ve biz niye bunu merak etmiyoruz ki? Kaddafi’nin devrilmesi, Libya çöllerini güneş enerjisine açma ve bu şekilde Avrupa’yı besleme planının bir parçası mıydı acaba? 

Gelişmiş ülkeler santrallerini kapatmayı düşünürken, nükleer enerjiye kuşkuyla bakarken, biz tüm gücümüzle bu alana yöneliyoruz. Yoksa onlar hisse senedini satan uyanık borsacı, biz ise o hisse senedini alan acemi borcası gibi miyiz ki? 

Nükleer enerjiye yaklaşırken önceliğin güvenlik olmadığını da belirtelim. O da çok önemli elbette, ama nükleer enerji havayolu, diğerleri karayolu güvenliğine sahip. Bir uçak kazasında kesin ölüm var, diğerlerinde belki… Nükleerde maliyetin büyüklüğü ve hammaddeki dışa bağımlılık büyük önem taşıyor. Yoksa, güvenlik açısından yaklaşırsak, yanıbaşımızdaki, yani Ermenistan’daki çok eski teknolojili santrali ne yapacağız… 

Peki dünyada ne kadar nükleer santral var, ne kadar inşa halinde acaba? Enerji Bakanlığı’nın web sayfasında yer alan verilere göre, dünyada 31 ülkede 436 nükleer santral işletmede bulunuyor. 15 ülkede ise 68 nükleer santralin inşası sürüyor. Ama bu rakamlar, son birkaç aya ilişkin durumu yansıtmıyor. Nükleer enerjiyi çok önemseyen Enerji Bakanlığı’nın web sayfasındaki bu veriler, Mayıs 2013’teki durumu gösteriyor. Yani, bir buçuk yıl öncesini. Denilebilir ki, bu bir buçuk yılda değişen bir şey olmadı, rakamlar yine aynı. Olsun, o tarih güncellenemez miydi yani!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar