Zenginliği güçlü şirketler sağlar

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

2010 yılının ikinci ayını da yarıladığımız halde akılcı merak sahiplerinin yoğunlaştığı sorular ve belirsizlikler açısından açık ve olumlu bir tablo oluşmuş değil. Türk ekonomisi, 2009 yılında yaşadığı büyük daralmaya rağmen, finans sisteminin sağlığı ve çoğu ekonomik göstergesi yönünden kritik noktadan uzakta olması itibariyle gelecek için umut vermekle birlikte, kriz sonrası yeni düzendeki konumu için soru işaretleri barındırmaya devam ediyor. Kamu yönetimi düzeyinde bugüne kadar ciddi hatalar yapılmamış olması bir bakıma başarı olarak kabul edilebilir; ancak küresel dengeler yeniden kuruluncaya kadar sadece piyasayı canlandırmayı değil ama asıl reform sürecini hızlandırmayı ve iç dinamikleri güçlendirmeyi hedefleyen bir programın zorlu tercih ve uygulamalarını yapabileceğimiz zaman gittikçe kısalıyor. 27 Ekim 2009'daki yazımızda özel olarak vurguladığımız gibi bizim önceliğimiz, artık küresel koşullardaki düzelmeyi beklemek değil, yönümüzü belirleyip bu bekleyiş dönemini iyi değerlendirmektir.

Güney Avrupa şoku

Bekleyişin sanıldığından uzun süreceği ve bu krizin öncekilere hiç benzemeyen derinlikte ve boyutta sonuçlar doğurabileceği doğrultusundaki belirtiler artıyor. Güney Avrupa ülkelerindeki iflas tehlikesi, sadece bu ülkeler ile sınırlı kalmayan ve bütün Avrupa'yı saracak bir sarsıntının öncü dalgası gibi. Şirketler ve bankalardan sonra bu defa da ülkelerin kurtarılması söz konusu. Üstelik kurtarıcı olarak görülen batı sisteminin büyükleri de iyi durumda değil. İtalya, Fransa, İngiltere ve hatta Almanya, Avrupa'nın dışında ABD ve Japonya ekonomisi başka sorunları dışında Güney Avrupa'yı çıkmaza sürükleyen bütçe açığı ve kamu borcunun büyüklüğü açısından da tehlike sınırını aşmış durumda.

Gücüne oranla sorunlarını çözme kapasitesi yönünden en kötü durumdaki komşumuz Yunanistan, AB standartlarına göre milli gelirin yüzde 3'ünü aşmaması gereken bütçe açığında yaklaşık yüzde 13, en fazla yüzde 60 olması gereken kamu borcunda yüzde 161 ile tam bir umutsuz vaka. Yunan yönetiminin AB komisyonunca onaylanan istikrar programı, bütçe açığını ilk yıl yüzde 9'un altına ve üç yıl içinde yüzde 3'ün altına düşürmeyi, bu doğrultuda borçlanma ihtiyacını küçültmeyi öngörüyor. Ne var ki yüzde 15 düzeyindeki düşük tasarruf oranı ve 40 milyar dolarlık yüksek cari açığı, ayrıca AB yardımları sayesinde yaptığı üretimin çok üstüde tüketmeye alışmış hane halkı ile ülkenin böyle bir programı gerçekleştirmesi pek mümkün değil.

AB'nin temkinli yaklaşımı nedeniyle devreye giren IMF de Yunanistan'a muhtemelen 2001 krizinden sonra Türkiye'de uygulanan politikalardan ilham alan tavsiyelerde bulunuyor.

Düşük maliyet ve vergi rekabeti baskısı

Aynı AB ile, tam üyelik hedefi bir yana, uzun süredir fiili bir ekonomik entegrasyon içindeki Türkiye'nin rasyoları, Güney Avrupa ülkelerine oranla sağlam bir görüntü veriyor ama bu durumun bize yansıyacak olumsuz etkileri de olacaktır. Kriz sonrasına hazırlığa odaklanması gereken toplumsal enerji, yeniden mevcut durumu daha kötüleşmekten kurtarma çabalarıyla törpülenecek. Dış ticaretin Avrupa'nın ağırlığını dengeleyecek ölçüde radikal bir şekilde çeşitlendirilmesi, işgücü verimliliğinde sıçrama sağlanması, kayıt dışının bir çırpıda düşürülmesi ya da dolaysız vergilerin toplam vergi içindeki payının yüzde 50'ye çıkarılması tabii ki bugünden yarına mümkün değil. Ancak bütün bu ve benzer adımları içeren bir yol haritası izlendiğine dair kanaat oluşturulması hayati önem taşır.

Aslında yeni dünya düzenini ve Türkiye'nin bu düzendeki konumunu düşünürken, bu krizin netleştirmeye başladığı ama gerçekte küreselleşme ile başlayan trendlerin üzerinde de durmak gerek. Giderek yoğunlaşan rekabet baskısı, hem düşük maliyetleri, hem de rekabetçi vergi sistemlerini dayatmaktadır. Bu nedenle sermayenin ve işgücünün mümkün olan en verimli şekilde kullanılması, ayakta kalmanın ön koşulu olacak gibi görünüyor. Aksi taktirde bırakın daha fazla büyümeyi, mevcut refah düzeyini bile korumak büyük çaba gerektirecek. Bu açıdan en fazla zarar görecek olanlar da üretim düzeylerinin üzerinde bir tüketim alışkanlığına ve yaşam standardına sahip toplumlar olacaktır. Bu zarar, bazen AB üyeleri gibi siyasal ve parasal birlik kurallarından dolayı kısa vadede, bazen de enflasyon / devalüasyon aletlerini kullanabilen ülkeler için daha uzun vadede ortaya çıkacaktır.

Kurtuluş yastık altında değil, güçlü şirketlerde

Hem bütçe açığı hem de cari açık yönünden kırılgan bir zemine sahip Türkiye'nin, doğal kaynakları da olmadığına göre, yakın gelecek için paniklemesi gerekmese de dikkatli olması ve hızlı davranması şart. En önemli avantajımızın hala kayıt dışında ya da yastık altındaki tasarruflarımız olması da gelecek için bir güvence sağlamaktan çok, zorlu bir değişim programı için cesaretlendirici olması halinde sınırlı bir yarar sağlayabilir. Yöntemi tartışmalı da olsa Varlık Barışı'nda sağlanan başarı da bu potansiyeli doğruluyor.

Ancak hane halkındaki ya da kayıt dışındaki potansiyel, reel sektörün yani şirketlerimizin rekabet gücüne yansıtılmadıkça işimiz zor. Ölçeğin ve bilgi teknolojisi kullanımının, aktif işgücü istihdamının yeterince yükseltilmediği bir durumda Türkiye'nin zenginlik üretmesi ve küreselleşme sürecinden kazançlı çıkması mümkün değil. Kamu yönetiminin ve özel sektör örgütlerinin reel sektör dinamiklerini güçlendirmek için ellerini çabuk tutması şart…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019