Zenginleşmek için köprü ülke değil merkez ülke olmalıyız

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Yeni bir dünya kuruluyor:2 / Zenginleşmek için köprü ülke değil merkez ülke olmalıyız

"İki kültür arasında sınır bekçisi" olmanın gerektirdiği yönetişim özeniyle, ideolojik bilincin hakim olduğu dönemlerdeki "tek tip düşünce" egemenliğinin dünyayı anlama ve açıklamada yarattığı olumsuz etkilenmeye daha önce değinildi. Değinilen iki olgu arasında, özellikle tek tip düşünceyi öne çıkaran "ideolojik saplantının" bir dizi zararlı etkisi oldu:"İnançtan düşünceye geçme sürecini yavaşlattı".Ardından,büyük küçük bütün örgütlerde, "alışkanlıkla yönetimden analizle yönetime geçişi" engelledi. Daha da tehlikeli olanı,"köpeksiz köyde değneksiz gezme" algısını yaygınlaştırdı; çok tehlikeli bir eğilim olan "kendi yanılmazlığına inanan yöneticilere" fırsat yarattı. Kendi yanılmazlığına inanma, etkin iletişimi, etkileşimi ve tutarlı işbirliklerini engelledi;ilerlemenin önüne ciddi ön yargı engelleri oluştu. İşbirliği kültüründen uzaklaşan toplumda,kendini yeniden üreterek uzun dönemli geleceği güven altına alacak birikimleri dönüştürme yeteneklerimiz gelişmedi. Çevreyi sezme ve anlamada yeterli derinliğe erişemedik. Zamansal,mekansal, sosyal ve deneysel mesafelerle ilgili dengeler bozulduğu için bizi geleceğe taşıyacak psikolojik mesafeler de yerli yerine oturamadı. Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma gerektiren maddi ve kültürel zenginlik üretimi aksadı;orta gelir tuzağını ciddi biçimde ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşti.

Coğrafyanın potansiyelleri

Yaygın biçimde inanılan,toplumu yönlendiren söylemlere yansıyan bir başka algı da,"coğrafya potansiyelinin yarattığı köprü ülke olmanın zenginlik üretimine dönüşeceği" anlatımdır.

İnsanların,mal ve hizmetlerin, bilgilerin,simgelerin ve insan yaşamıyla ilgili olan "akışların
" yönü, hızı,derinliği,yaygınlığı ve etkinliği zenginlik üretimini verimini belirliyor. Organik enerji döneminde kervan yollarının geçtiği, ticari hayatın hareketli olduğu kentler,ülke kara parçalarının içlerine doğru yaygındır. Erzurum, Harput, Sivas, Konya, Tokat, Kayseri, Ankara, Bursa, Edirne gibi kentlerin diğer kentlere göre göreceli üstünlüğünü, akışların kırılma noktalarında toplanma yeri olmalarına borçludurlar.

Tokat, Orta Karadeniz Bölgesi' nin en önemli ticaret merkezlerinden biriydi. Tokat bedesteni, Edirne, İstanbul ve Bursa bedestenlerinden sonra en büyük kapasiteye sahipti. Tokat' da bugün bile işlevi olan hanlar var. Yakın tarihte bu iş merkezi niteliğinde 15'e yakın handan söz ediliyor. Bakıcılık, demircilik ve cehri bezi gibi tekstil alanında sadece Anadolu' nun değil Çar saraylarının ya da Louvre Sarayı'nda bile adı bilinen bir yerdi.

Sanayi Devrimi sonrasında,rüzgar gücünden bağımsızlaşan ve buhar gücü ile çalışan gemiler ticaret akışlarını değiştirmiş, uygun limanlar yeni ticaret yapılanmasının gözde merkezleri haline gelmiştir. Tokat' ın görkemli dönemlerinde küçük bir yerleşim yeri olan Samsun Orta Karadeniz'de hızla bir ticaret şehri haline gelmiş, bölgenin merkezi kenti işlevi üstlenmiştir.

Halep kenti Doğu Akdeniz Havzası ya da Altın Hilal'de organik enerji döneminin merkez yerleşme yeridir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, coğrafyanın kendi sınırlarını ve iç bütünlüğünü dikkate almayan, sorunlu bölgeler yaratma stratejisinden beslenene "yapay sınırlar" oluşturulunca Halep' in işlevini Antep üstlenmiştir. Son dönemde Antep' in üretim alanında yaptığı sıçramalarda yapay sınırların yarattığı birikimin etkisini yöredeki üniversitelerin kapsamlı biçimde araştırmaları gereken temel konulardan biridir.

Merkez olmanın avantajları

Merkez olmanın yarattığı bir dizi avantaj vardır: Öncelikle,toplanma ilkesinin etkilerini düşünmek gerekir. Belli alanda bir araya gelen,daha net anlatımıyla kentlerde toplanan insanlar, kırsal kesimin rekabetsiz durağanlığından kurtulur. Kentlerde, merkezlerde birbirine yakınlaşan insanlar, aynı zamanda yarışır. Kentsel toplanma alanları, "ihtisaslaşmanın", işlerde "karmaşıklaşmanın", "iş bölümünün ve karşılıklı bağımlılıkların artmasının", "rekabet için hüner ve yaratıcılığın" ve "kaynak kullanma kararlarında verimliliğin"de önemli hale geldiği yerlerdir.

İnsanların toplanması, ihtisaslaşma, iş bölümü, karmaşıklık, verimlilik ve etkinlikte özeni artırır. 

Toplanma, yarattığı fırsatlarla "erilebilirliği" da artırır. Kentlerin erişilebilirliği,saklı bilgilerin açık bilgilere dönüşmesini kolaylaştırır. Ayrıca, saklı kalmış yeteneklerin açığa çıkmasına yol açar. Böylece, toplanma alanları, Ar-Ge yapabilecek ekonomik fazlayı üretir.Ayrıca, tasarım gibi insanları hünere akıl katan yaratıcılık düzeyine çıkarır. Uygulamaya dönük emek,zaman ve kaynak biriktirme yollarını açar. İnovatif yaklaşımları besleyerek, sürekli gelişme sağlamayı kolaylaştırır ve destekler. Büyük markaların oluşmasına yol açarak, homojenleşen ürünlerin marka ve imaja dayalı satılmasını kolaylaştırır; ticaretin ölçeğini büyütür ve niteliğini artırır.

Gelişme yolunda ilerlemek isteyen ülkelerin liderlerin, söylemlerinde köprü ülke olmayı bir üstünlük,marifet gibi sunmaları temelinden yanlıştır. Türkiye' yi yönetenlerin de söylemlerinde köprü ülkeyi bir avantaj olarak sunma yerine ülkenin nasıl merkez ülke haline getirebileceklerini açıklamaları daha yararlı olacaktır.

Ülkemizi dünyanın ilk 10 ülkesi arasında görmek istiyorsak,yönetişim stratejimizde "merkez ülke olmayı" gündemin ilk sıralarına taşımalıyız.

Merkez ülke yaratmanın koşullarını, merkez ülkedeki yönetişimin kalitesini, merkez ülke olmaya bizi taşıyacak sosyo-ekonomik ve politik önlemleri ayrıntılarını tartışmalıyız. Bu denemenin sınırları içinde değinilen konuları derinleştirmemiz, yaygınlaştırmamız ve yoğunlaştırmamız gerekir.O zaman gelişmiş 10 ülke arasında yerimizi alabiliriz.

Nefret mirasçısı olmanın bilinci

Kurulmakta olan "yeni dünyada" doğru konumlanma yapabilmemizin psikolojik değişkenlerini de gözden geçirmeliyiz : Osmanlı İmparatorluğundan çok sayıda devlet ortaya çıkmıştır. Bizim ülkemizi yönetenler, " İmparatorluk artığı olmanın nefret mirası" üzerinde net bilgi,kaliteli fikir ve proje sahibi değilse, ortak stratejiye dayalı politik dile de sahip olamazlar. O zaman yumuşak gücün verimli kullanılamaması sorunu ile yüzleşiriz. Ayrıca, hak ve çıkarlarımızı tam ve doğru biçimde koruyamaz ve geliştiremeyiz. Özellikle de stratejik ve taktik adımlar arasındaki dengeleri kurmamız zorlaşır.

Nefret mirasçısı olmanın bilincinde olmamız, ülkeyi yönetmenin temel değişkenlerinden biridir.

Ülkemizde etkin yönetişim yaptığını ve yapacağını ileri sürenler bir "imparatorluk artığının nefret mirasçısı olmanın sorumlulukları" üzerinde kafa yormuş,varsa milli stratejileri içselleştirilmiş, strateji yoksa belirlenmesi için zihninde bir model oluşturulmuş olması gerekir. İmparatorluk artığı bir ülkenin kara parçası ya ada olmasına göre savunma stratejilerinin yaratacağı toplumsal yükleri de sorgulanmalıyız. İmparatorlukların parçalanmasından oluşmuş milli devletlerde ortak kültürün yönetişime olumlu ve olumsuz etkilerini analiz etmek,etkin yönetişim yapabilmenin bir başka değişkenidir. İmparatorluktan ayrılan ve kültür farklılığı olan ülkelerin hassas ve kırılgan değerleri ve kurumları hakkında yeterli bilgi sahibi isek enerjimizi etkin ve verimli kullanma kanallarını açabiliriz. İmparatorluk mirasının yarattığı ön yargılar ve propaganda malzemelerine karşı ürettiğimiz gerekçelerin de toplum içinde karşılık bulması üzerine bir analiz ve senteze sahip olmamız etkin iş yapabilmemizi kolaylaştırır. Son çözümlemede, üretim gücümüzün yaratacağı cazibe ile kültürel ön yargıları kırma arasındaki dengeleri sorgulamış olmamız,netleştirilememiş bir fikre ulaşmamız,kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanmamızın düzeyini ve verimliliğini etkileyecektir. 

İmparatorluk artığı ülke, ada ülkesi ise, nefret mirasını paylaştığı ülkelerin kendine yönelik eylemleri karşısında savunma daha kolaydır. İyi bir donanma, ülkeyi dışa karşı yalıtır;ilişkiler ona göre ayarlanır. Ülke kara ülkesi ise,uzun ve doğal olmayan sınırlarla nefret mirasını paylaştığı ülkelerle bağlantılar nedeniyle giriş-çıkışların kontrolü zordur. Sınırlarda akrabalar yapay biçimde ayrıldığı için hassas alanlar oluşur. Asimetrik savaşlar, örneğin gerilla hareketlerini beslemek kolaylaşır. İmparatorluğun mirasçısı ülke kara parçasına bağlı ise istihbarat ve savunma için büyük kaynakları ayırmak zorunda kalır. Kalkına ve ilerlemeye ayrılacak kaynakların önemli bir bölümü, üretime dönüşmeyen, varlığı koruma amacına yönelik olan savunma harcamalarına gider. İmparatorluk artığı milli devletlerle ilişkilerin açık ve idealist diş politika ilkelerine dayalı sürdürülmemesi gerekir. Açık angajmanlara girmeden bir yönetişim uygulaması ince ayar gerektir. Irak' ta, Suriye' de, Yunanistan' da, Bulgaristan' da, Mısır' da ve İran' da yaşananlar, ülkemizi yönetenlerin "imparatorluğun nefret mirasçısı olmanın" bedellerini en aza indirme konusunda net bilgiye, kaliteli fikir ve uygulanabilir projelere sahip olmalarının ne denli önemli olduğunun çok miktarda kanıtlarıyla bize anlatır.

Bir imparatorluğun dağılmasının nefret mirasını paylaşan ülkenin yaşayabileceği sorunlarla ilgili somut örnek isteyenler  "İsmet Paşa'nın Kürt Raporu" başlıklı Saygı Öztürk' ün kitapçığındaki Abrurrahman Mihni olayı ve diğer gelişmeleri okumalıdır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra oluşan ülkelerin çoğunda ortak bir inanç kültürü vardır. Genelde İslam inancına sahip bu ülkelerde mezhep farklılıkları her zaman kolaylıkla istismar edilmektedir. Daha farklı bir açıdan bakarsak, milli devletlerin dış siyasetinde ister idealist dış politika merceğinden bakalım,isterse realist politikanın pragmatist yaklaşımını ele alalım, ortak kültüre çok abanmanın, ortak kültür üzerine politika üretmenin etkilerinin sınırlı olduğunu bilmeliyiz. Geride bırakılan 20'ıncı yüzyıl boyunca gelişmeler, başka ülkelerle kültür-odaklı ilişkilerin ne kadar üretken ve sürdürülebilir olduğunu kanıtlayabilecek bol örneklerle doludur. İnanç,özellikle de mezhep üstüne inşa edilmiş karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin yarattığı sorunlar, hayatın hakikatine yakın bir yol izleyecek stratejik ve taktik yol ve yöntemler üzerinde kafa daha çok düşünerek ülke yönetimine soyunmalıyız.
Aynı kültürün ve o kültür içinde yer alan mezheplerin kolayca kaşınması yanında farklı kültüre sahip ülkelerle sağlıklı ilişkiler kurulmasının da zorluklarını Yunanistan,Bulgaristan, Gürcistan ve Ermenistanla olan ilişkilere bakarak anlayabiliriz. Farklı kültürlere sahip olan imparatorluk mirasçısı ülkelerle ilişkiler dış politikanın temel sorunudur; gerçek anlamda net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanmayı yapabilmek için değinilen sorunlarla ilgili genel eğilimler ile ayrını dinamikleri arasında dengeyi nasıl kuracağımızı sürekli tartışılan bir ortam yaratmalıyız.

Ekonomik gücün cazibesi

Bir imparatorluğun nefret mirasçısı olmanın zorluklarını kavramadan komşularla iyi ilişkiler sürdürülemez. Bu ilişkilerdeki sakıncıları en aza indirecek olan, mirasçı ülkenin üretim gücüdür. Bugün ABD'de bir ortak kültürden söz edemeyiz ama ekonominin gücünün yarattığı cazibenin oluşturduğu güçten söz edebiliriz. İmparatorluğun nefret mirasının etkin yönetişimini sağlayan  üretim gücü ve yarattığımız ekonomik fazlanın cazibesi kırılganlıkları azaltabilir.

Ortak kültürlerin yarattığı boşlukları dolduran, farklı kültürleri istismar edecek zayıf noktaları güçlendiren, ekonomik güç ile merkezi konumu öne çıkaran yönetişim anlayışının uzun soluklu olabileceğini düşünüyoruz. Ülkemizi yönetenlerin,uzun soluklu,kararlı ve düzenli gelişme yaratmaları için ayrıntı gibi gözüken imparatorluğun nefret mirasçısı olmayı, yarattığı fırsat ve tehlikelerin analizinden geliştirilen stratejiye dayalı yönetişimi öne çıkarmak gerekiyor.

Denememizin bir sonraki aşamasında , ülkemizde etkin yönetişimin üç değişkeni üzerinde duracağız: Eziklik duygusunun yarattığı zihni kelepçelenme, korku odağı olmanın engelleri ve kendini yeniden üreten yönetişim sistemine sahip olmanın erdemleri.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar