Zararın neresinden dönülse...
Merkez Bankası uzun süre ayak diredikten sonra piyasaların beklediği kararları son 1 haftada peşi sıra almaya başladı. Nedir bunlar? Sırasıyla, geç likidite penceresi faizinin 13.5’ten 16.5’e çıkarılması, Türk Lirası uzlaşmalı vadeli döviz satım ihalelerinin pozisyon tutarının 8 milyar dolara çıkarılması, 31 Temmuz’a kadar vadesi dolacak ihracat reeskont kredilerinde geri ödeme kurunun sabitlenmesi ve neredeyse 3 senedir üzerinde konuşulan ancak bir türlü gerçekleştirilmeyen 1 haftalık repo faizinin yeniden “politika faizi” olarak belirlenmesi ile faiz politikasındaki sadeleştirmenin nihayet gerçekleştirilmesi.
Tabii ki, en önemli tedbir ortalama fonlama faizinin 300 baz puan yükseltilmesiydi. Ancak bununla eş zamanlı olarak yapılması gereken piyasaya belirli bir miktar döviz likiditesi vermek olmalıydı. ABD’de artan tahvil faizleri, petrol fiyatlarındaki artış, dolar endeksinin yukarı gitmesi ve gelişen piyasalardan toplu para çıkışlarının yaşanması gibi “dışsal” faktörleri bir kenara bıraksak bile, Türkiye’nin (bu azalan döviz likiditesi ortamında) Nisan ve Mayıs aylarında diğer aylara kıyasla oldukça yüksek miktarda vadesi gelen dış borcu olduğu biliniyordu zaten. (Bunu da ilk bilen bu istatistikleri toparlayan MB’nin bizatihi kendisi!) Özellikle Mayıs ayında vadesi gelen borç tutarı 11 milyar dolarla çok yüksek boyuttaydı. Buna bir de artmaya devam eden cari açığın baskısını ilave edelim. Hal böyle iken faiz artırımı ile eş zamanlı olarak döviz likiditesinin (döviz rezervlerinin azalacağı endişesiyle mi, bilmiyorum) artırılmamış olmasının sığ piyasa nedeniyle kurların geçici bile olsa gereksiz yere yükselmesine sebep olduğunu düşünüyorum. Bu da kurdaki düzeltmenin beklenenden yavaş olmasına sebep olmuş gözüküyor.
Alınan kararlar içinde geçen sene de 2 kez yapılan ihracat reeskont kredilerinde geri ödeme kurunun sabitlenmesi ise en sorunlu olanı. (Aslında bunu tedbirden daha çok, bu reeskont kredilerini kullanan ve tanım itibarıyle zaten döviz gelirleri olması gereken şirketlere yapılan bir “çıkma” olarak görmek lazım.) Birincisi geçen sene 17 şubatta dolar kuru 3.68 iken 31 Mayıs'a kadar 3.52’den ödeme, ikincisi ise 6 Kasım'da dolar kuru 3.83 iken 1 Şubat'a kadar 3.70’ten ödeme imkanı getirilmişti. Her 2 seferde de vade tarihine kadar dolar kuru bu değerlerin üzerinde kaldı. Bu sefer de dolar kuru 4.71 iken 31 Temmuz’a kadar 4.20’den ödeme imkanı sağlandı. Her ne kadar MB geçen seferlerden daha derin bir iskonto yaparak, 4.20’yi (zımni olarak) hedeflediği kur olarak sinyallese de, bu seviye bile çok yüksek addedilmeli.
Finansal piyasalar çoğu zaman bir “sürü psikolojisi” içinde hareket ederler. Merkez bankalarının belki de asli görevi piyasaların rasyonaliteden saparak bir sürü psikolojisi içine girmesini engellemektir. Akıldışı coşku olarak nitelendirilen durumlarda da merkez bankalarının devreye girip frene basmaları gerekir. (Ancak çeşitli nedenlerle, (hele bizim gibi ortalama 2 senede bir seçime giden ve hükümetin faiz konusundaki hassasiyetinden doğan baskıyı daimi olarak hisseden) bazı merkez bankaları bu fonksiyonu gerçekleştirmekte geç kalabilirler.)
Merkez bankaları sadece aşırı pozitif sentimentleri baskılamaz, aynı zamanda aşırı negatif sentimentlerin yayılmasını da engellemeye çalışır. Bizim merkez bankası ise son dönemde piyasaların ve daha da tehlikelisi (büyük bir DTH bazına sahip oldukları için) hanehalklarının beklentilerinin olumsuz yönde şekillenmesine uzunca bir müddet seyirci kalmıştır. Bu da maalesef kurların gideceği seviyeler ve hatta kambiyo rejimi ile ilgili akıldışı senaryoların ortaya atılmasına sebep olmuş ve sonuçta negatif bir sürü psikolojisinin piyasaları domine etmesine ramak kalmıştır. (Önceki zamanlarda aşırı hızlı yükselen kurlar karşısında hanehalklarının DTH’larını bu sefer bozmaması bunun önemli işaretlerinden biriydi.) MB’nin aldığı son tedbirler ise bu sürü psikolojisini kırma ve yitirdiği kredibilitesini yeniden kazanma yönünde atılmış doğru adımlar. Ne diyelim “zararın neresinden dönülse kârdır”.