Zamanlamanın verdiği şans(sızlık)
Yerel varlıkların fiyatlamasında bugün konuşulan ne varsa hiçbirisi tek başına şimdiki zamana ait değil. Ağırlıklı kısmını 2013’ten bu yana tartışıyoruz, ters giden bir şeyler olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. O zamanlar Fed’in değişen fikir yapısını, artacak maliyetleri, köşeye sıkışması muhtemel gelişmekte olan ülkeleri, yapılması gereken ev ödevlerini yazıp çizerken sıklıkla kısa vadeli yatırım düşüncesi ile fiyatlamanın verdiği cazibeye yeniliyorduk. Oysa ki yenilen sadece düşünce yapısıydı. Zaman durmuyordu, durmadığı gibi gerçeklerini de yanında taşıyordu. “Yeni normal” denilen kavramın içi artık daha olgun bir şekilde dolduruluyor. ABD ekonomisi toparlandıkça Fed’in de yürürlüğe koyduğu para politikası bileşimine olan inancı kuvvetleniyor. Bir zamanlar dönemin Fed Başkanı Yellen’ın düştüğü ikilem bir süredir ayakları sağlam basan ve sabreden dervişin muradına erişi görüntüsü çizen farklı bir duruşla değişim gösteriyor. Rüzgarın hızı bozulan yatırımcı algısı ortamında bir kez daha “kötülerin en kötü görüldüğü” fiyatlama alışkanlıklarını hatırlatıyor. Arjantin, Türkiye, Ukrayna, Hindistan, Polonya, Rusya ve Güney Afrika gibi ülkeler tek nefeste akla gelen en belirgin üyeler. Şimdilerde esasen biz bu zamanlama şanssızlığının götürülerini konuşuyoruz ama neyin ne olduğu bir kez daha karışmış durumda. Ait olduğu meslek grubu ne olursa olsun içeride herkesin sohbetini Merkez Bankası’nın muhtemel faiz artırımı aksiyonu süslüyor. Daha önce de anlatmaya çalışmıştım; hikayenin bu kısmı ciddi anlamda sorgulanmalı ve üzerine kafa yorulmalı. Para politikası gibi ciddi bir başlığın bu denli sık ve yüksek sesle tartışılması normal ve sağlıklı değil. Kaldı ki bu denli tartışmaya açık olması da ciddi sorun niteliğinde. “Şimdilerde hepimiz faiz artacak, TL değerlenecek, algı düzelecek, yabancı yatırımcı geri dönecek” diye bekler olduk. Oysa ki bizim dışımızdaki dünyada ciddi değişimler söz konusu. Örneğin artık dolar endeksi için “89 seviyesinin aşağısında 85 hatta 80’li seviyelere dek geri çekilme olabilir” tartışmalarını yapmıyoruz. Ya da Amerikan 10 yıllık tahvil faizinde “yüzde 2.50 seviyesinin nasıl bir önemli direnç noktası” olduğunu anlatan analizlerle karşılaşmıyoruz. “Yeni normal” denilen kavram olgunlaştıkça bir dönem göz ardı edilen riskler yeniden masanın üzerine çıkarılmaya başlanıyor. Likiditenin akışı da doğal olarak yön değiştiriyor. Böylesi değişken ve volatil ortamda faiz artırımı gibi ciddi bir hamlenin bunca tartışmanın ardından “yüklü derecede” gerçekleşme ihtimali önemli bir kurşunun etki derecesini de tartışmaya açıyor. İletişimin azaldığı, algının dağıldığı, beklentilerin bozulduğu bu dönemde başka şansımız var mı sorusuna yanıt vermekte güçlük çekmek bir yana etki boyutunun ne olacağına da kafa yormak yanlış olmayacaktır. Kaldı ki para ve maliye politikalarının eşgüdüm derecesinin ne olacağı hala merak konusu. Tek çözümün para politikası olup olmadığı da net değil. Belki 1-2 ay önce daha düşük bir maliyet artışı ve algı yönetimi ile çözebileceğimiz sorun artık bugünün koşullarında daha yüksek bir maliyet artışında bile net cevap vermemizi güçleştiriyor. Buna da “zamanlamanın verdiği şanssızlık” dersek yanlış olmaz.