Yüreğin omurgası çok güçlü...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Uzun yıllardır böyle... Olmamış varsayıyorum, zaten başına gelen yaşamıyor ki! Bende ardından her şey aynı sürüyor! Çünkü, yüreğim, beynim ondan bir önceki ânı zaptediyor, deliği tıkıyor ve zaman, birikmeye başlıyor orada. Telefon defterimdeki numaralar da hiç silinmiyor, bir gün arayacakmışım gibi saklanıyorlar... Müthiş bir sağırlaşma gelişiyor ruhumda...

Derler ki sağır olan Beethoven, Beşinci Senfoni'yi, kulaklarının duyduğu bir ânda kapıdaki tıklamalardan yola çıkarak yazmış. O meşhur ana tema, kapıdaki vuruşların sesiymiş:

"Na na na naaa."

Bende de hep o ân...

Daha doğrusu, o ânın biraz öncesi...

En güzel görüntü, en son anı... Yüreğime yerleşiyor, beynimin kıvrımları arasına sığınıyor...

İşte bu donmuş görüntülerle geçerken hayat, zaman içinde fark ediyorum ki içimin derinlerinde bir yerlerde birikenler, aslında acılar... Derin bir okyanusa dönüşmüş, beni boğmadan; dev dalgalar, tsunamiler yaratmadan sonsuza dek içinde kalmaya mahkûm etmiş büyük acılar...

Çevremdekiler gittikçe, beni mutlak yalnızlığa mahkûm ettikçe, ıssız okyanustaki hayatım onların görüntüleri eşliğinde, sevdiklerimin unutulmaz hatıralarıyla sürüyor. Bende hep varoluyorlar, ama onlara artık hiç dokunamıyorum...

Gidişlerse, ara vermeksizin sürüyor...

Neredeyse iki aya yakın bir süredir, on küsür yıldır birlikte çalıştığım, büyük emeklerin sahibi sevgili Nermin Sayın yok...

Gitti...

Zorunlu bir gidişti bu...

Babasının yanına...

Ekim başında felç olan Erdoğan Sayın'la İzmir'de, yoğun bakımda tam 47 gün geçirdi Nermin Sayın...

Beyniyle, yüreğiyle, bedeniyle, ruhuyla onunla yaşadı, onunla hissetti...

Telefon konuşmalarımızda onların yaşadıklarını, hissettiklerini ben de anlamaya, duyumsamaya çalıştım biraz olsun...

Çaresizliklere kendi hayatımdakiler gibi bir kez daha tanık oldum...

Sonra, dokunamadıklarımızın arasına geçti Erdoğan Bey...

Hiç tanışmamıştık, ama Nermin'le tutkulu bağlılıklarını çok iyi biliyordum...

Benim ailemden birisiydi, tanışmadan sevdiğimdi...

Nermin'in anlattıklarıyla, ondan yansıyanlarla geçmişti bu duygular; onların sevgi okyanusunun yalnızca damlacıklarıydı bana çarpanlar, ama yetmişti babasını sevmem için...

Tabii ki hayat sürüyor, Nermin birkaç gün sonra İstanbul'a dönecek, ama eksikli yaşamak var ya işte o çok ağır bedel...

Yüreğimizde besliyoruz sevgilerimizi, büyütüyoruz; biz varoldukça, hayatımızın mumu yandıkça o sevgiler de artarak sürecek...

Gidenler bir daha üç boyutlu yaşanamayacak doğru, ama yüreğin ve beynin katmanları o kadar derin, o kadar sağlam ki bir belgenin, bir fotoğrafın çok ötesinde taşıyorlar sevdiklerimizi...

Yüreğimizin teknesi o kadar sağlam, omurgası, yelkenleri o kadar güçlü ki, meçhule giden bu gemilerin yolcularını her koşulda taşıyor, taşıyacak:

"Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden"

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar