Yunanistan'ın sorunu ve Türkiye'nin çıkışı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçen yılın son çeyreğinde kriz durgunluğundan çıktığını yüzde 6'lık bir büyüme ile kanıtlayan Türkiye, toparlanma eğiliminin çok daha derin olduğunu yeni yılın ilk çeyreğinde önceki çeyreğin iki katına yaklaşan bir büyüme oranı ile gösterdi. ABD ve AB piyasalarında durumun düzelmesi bir yana, yeni bir krizin işaretleri uç verirken, daha da kötüsü dünyanın yeni umudu Çin'de de yavaşlama belirtileri ortaya çıkarken bu durum hiç değilse bir süre için Türkiye'nin başarısını beklentilerin üstünde parlatıyor. Ancak baz etkisinin de desteklediği bu başarının yılın ikinci yarısında hız kaybedeceğini, hem küresel konjöktürdeki sıkıntıların, hem de kendi dinamiklerimizdeki sorunların bunu zorunlu kıldığını biliyoruz. Şimdi bütün gücümüzle yapmamız gereken bu muhtemel yavaşlamanın düzeyini mümkün olduğu kadar düşük tutmak ve yeni küresel düzendeki konumlanma yarışında başarımızı göreceli olarak canlı tutmak. Bu zorlu amaç için en önemli moral dayanağımız, hızlı toparlanmayı sağlayan esnekliğimizin verdiği özgüven olmalı.

Hanke'nin Yunanistan reçetesi

Ekonomiyi yakından izleyenler, tanınmış ABD'li iktisatçı Prof. Steve Hanke'yi ve onun bağımsız, dobra dobra, ödünsüz yorumlarını bilir. Ben de, zaman zaman çok katı bulsam da, yıllardır konferansları ve yazılarıyla yankı yaratan, pek çok farklı ülke hükümetlerine danışmanlık yapan, Türkiye ekonomisini de yakından izleyen Hanke'nin özgün ve sağlam örgülü düşüncelerini mümkün olduğunca takip ederim.

Hanke, Wall Street Journal'ın Avrupa baskısında yayınlanan son makalesinde şimdilerde çok konuşulan Yunanistan'ın içine düştüğü derin batağı ele alıyor. Ona göre önce spekülatörleri, sonra başta Almanya olmak üzere AB'ndeki ortaklarını yani hep dış çevreleri suçlayan Yunanistan, şimdi yine dışarıdan doktorları, IMF'yi ve AB'yi çağırarak çelişkiye düşmüş oluyor. Önerilen reçete ise alışılmış standart bir istikrar programı ve yanlış tedavi. Hem harcamaları kısıp hem de vergileri artırmak, durgunluğu ve batağı koyulaştıracak. Sözgelişi, komşusu Bulgaristan'ın aksine, IMF'nin önerisine uyarak KDV oranını hem de iki defa artırması da yanlış.

Oysa Yunanistan, 1984'te Yeni Zelanda'nın yaptığını yapıp gerçek sorunun üstüne giden, rekabetçiliği ve serbestleştirmeyi arttıran ve eşanlı birçok önlem içeren bir paket uygulamalıydı diyor Hanke. Bu bağlamda Yunanistan'ın öncelikle borçlarını yeniden yapılandırması, aynı zamanda arz yönlü bir mali disiplin uygulamasına giderek harcamaları kısması ama vergilerde toptan bir artışa yönelmek yerine rejim değişikliği yapması gerektiğini ifade ediyor. Ona göre bu rejim değişikliği, yüksek işgücü maliyetini, özellikle ücretin yüzde 28'i oranındaki işveren katkısını kaldırarak, ciddi bir şekilde düşürmeyi ve böylece rekabet gücünü canlandırmayı amaçlamalı, doğacak gelir kaybını da birbirinden çok farklı üç oranda uygulanan KDV sistemini, üst oran olan yüzde 23'ün altında tek oranlı bir hale dönüştürerek telafi etmelidir. Böylece hem Hazine'nin toplam vergi geliri artacak, hem de işgücü maliyetindeki yüzde 22 azalışla ekonominin rekabet gücü, devalüasyona gerek kalmadan, yükselecek ve tasarruf artarak borçlar düşecektir.

Rekabetçilik ve kur etkisi

Hanke'nin önerileri, aynı zamanda gerek Yunanistan gerekse, başka nedenlerle de olsa,Türkiye için yaygın taraftar bulan başka bir argümanı sorguluyor. Yunanistan'ın içine düştüğü durumun dar Euro ceketinden kaynaklandığını, ulusal parası olamadığı için devalüasyon yapamamasının ülkeyi çıkmaza sürüklediğini söyleyenlerin yanıldığını, çünkü yüzde 22' lik işgücü maliyeti azalışının rekabet gücüne yaptığı katkı ile eş etkili bir devalüasyonun yüzde 44 gibi yüksek bir oranda olması gerektiğini, bunun ise hem ciddi bir enflasyon etkisi yaratacağını hem de özel sektörde yaygın iflaslara yol açacağını belirtiyor. Bu yanlış yorumların ve reçetelerin, gerçek sorunun teşhisinden kaçınılmasından doğduğunun, gerçek sorunun Yunanistan'ın kaynağı olmayan harcamalar yapması olduğunun altını çiziyor.

Türkiye çıtayı yükseltmeli

Şükür ki Türkiye'nin önü, komşumuz Yunanistan'a göre çok daha açık. Ama bizim de refah artışı ve sürdürebilir büyüme ihtiyacı başta olmak üzere çok yüklü bir gündemimiz ve bunun aşılmasını zorlaştıran yapısal sorunlarımız var. Bir yandan da küresel koşullardaki gelişmeler, AB'nin ve daha az olmakla birlikte ABD'nin krizi aşmakta karşılaştıkları güçlükler, yeni başarı örneklerine ve çıkış yollarına ihtiyacı arttırıyor. Türkiye, kriz sonrasının sağladığı özgüvenle çıtasını biraz daha yükseltebilir ve özgün çözüm arayışını yoğunlaştırabilirse, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in söylediği gibi, bölgesel güç iddiasından daha anlamlı bir stratejik model haline de gelebilir.

Ama bunun için öncelikle sorunlarımıza şablonlardan ve dar kalıplardan uzak analitik bir perspektif ile yaklaşmak, önem ve öncelik sıralamasını doğru yapmak zorundayız. Hanke'nin Yunanistan ile ilgili notları bile rekabetçilik, kur rejimi ve vergi sistemi ile pek çok yaygın görüşü tartışmalı kılarken bizim de fikir kargaşası ve bulanıklığından sıyrılıp kararlı ve büyük adımlar atmamızın vakti geliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019