Yunanistan: Kriz ve iktisadi adalet

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com


 
1980 yılından beri aynı hikaye anlatılıyor ve bu hikaye ABD'de anlatılan hikayeyle aynı. Bu da normal çünkü köken orada, dünyaya oradan yayıldı. Bu hikaye oldukça ideolojik ve toplumların iktisadi konularda, üretim-bölüşüm deseniyle ilgili algısını şekillendiriyor, giderek iktisadi adalet konusunun tartışılmasını bile gündem dışına itiyor. Mesela Yunanistan: hepsi tembel, yan gelip yattılar, başlarına gelenin fazlasını hak ediyorlar. Bu kadar; analiz falan yok, rakamlar yok, çalışma saatleri, işgücüne katılım yok. Yunan kamu borcu -iddiaya göre- AB'den gizlenirken bunu sanki bugün ücretleri, sosyal hakları tırpanlananlar yapmış gibi mi bakacağız? Ya da, misal, paralarını çekiyorlar ve bu davranış İspanyol bankalarına ve diğerlerine sirayet edebilir gibi görünüyor. Gerçi çekilen paralar muhtemelen küçük hesaplar değil. Ama işte durum budur; ne diyeceğiz? Yunanistan örneğine Euro alanından en büyük faydayı sağladıklarını seçmenlerine anlatamayan ve konuyu Yunan halkının tembelliğine getirip düğümleyen bazı Avrupalı politikacılar gibi mi bakacağız?  

Veya Çay Partisi hareketi. ABD'nin içinde bulunduğu krizi krizden zarar görenlerin suçu imiş gibi göstermeye çalışan ve Cumhuriyetçi Parti'yi daha da sağa çeken bu hareketin gelişmesi herhalde normal bir olay gibi görülemez. Ama mümkün ve oldu da. Nedeni herşeyden çok orta sınıflara benimsetilen ve her tür adalet kuramını dışlayan ekonomik bakışta yatıyor. Eksik, yanlı ve yanlış olan bu bakış en az neoliberal iktisatçılar kadar rafine, teknik, bilgisi daha yaygın ve derin olan pekçok entelektüel akademisyenin, felsefeciler dahil, yazdıkları ve söylediklerinin 30 yıldır marja alınabilmesi yüzünden yayılabildi. İktisadi adalet sadece "hakkaniyet olarak adalet" -burada Rawlsian maximin- değil elbette; ama bir tür "eşitlik olarak adalet" teması içermeyen adalet kuramı zaten aslında kendisi marjda bir kuram olmalıdır. Anglosakson kültürü içinde bakarsak, herşeyin Robert Nozick'le başlayıp bittiğini düşünmeye eğilimli bir tezler manzumesinin bu kadar etkili olabilmesini nasıl açıklamalı?   

Bir açıklama Profesör John Roemer'in (Yale) anlattığı hikayedeki gibi olabilir. Amerikan sağı teori işini ciddiye aldı; 1970'lerden itibaren en meşhurları herkesçe bilinen sağcı düşünce kuruluşları oluşturdu. Hayek'i Chicago'ya getiren The Mont Pelerin Society gibi bazıları daha önce de vardı. Amerikan örneğinde mesela temel bir konu doğuştan şanslı kura çekenlerin durumudur. Nozick "şanslı kuradan" faydalanmanın hak olduğunu söylüyordu. Güzel ama kamu destekli eğitimin daha çok "şanssız kura" çekenlere yönelik olması ve onlara fırsat eşitliği yaratmayı hedeflemesi gerektiği fikrini savunmak ve yerleştirmek o kadar da zor olmamalıydı. Ama burada -göçmenlik, ırk vb konular hariç tutulursa- devreye vergi ve kamu kavramları giriyor. "Kamu yatırımları verimsizdir", "kamu mülkiyeti etkin değildir" tezleri teoride ispatlanamaz oldukları halde neredeyse doğal gerçekler haline getirilebildiler. Oysa ki rafine bir liberal bazı pratik örneklerden yola çıkarak -karşı örnekler de olduğu halde- toptancı tezler üretmemelidir ve üretmez. Müteveffa Fransız iktisatçısı, büyük isim Jean-Jacques Laffont 1990 tarihli bir Dünya Bankası kalkınma konferansında mealen özel mülkiyet ve devlet mülkiyeti etkinlik açısından farklı statüde değildir diyebilmişti.

Geliri üst gelir gruplarına yüksek vergi uygulayarak yeniden dağıtmak, teşvik sorunu açısından, daha tartışmalı bir argümandır. Piyasanın bir koordinasyon aracı olduğundan bile fazla bir teşvik sistemi olduğu tezi yukarıdaki iki tezden çok daha ciddi ve özellikle yükselen ekonomilerde karşılığı olan bir tezdir. Ama tartışılmaz değildir ve ABD'de yüzde 1'lik dilimin -vergi sonrası- 1977-2007 arası ekonomik büyümenin getirdiği artı gelirin yüzde 40'ını almış olması teşviklerle açıklanamaz. Roemer vergi öncesi rakamı yüzde 57 olarak veriyor. Bir ülke 30 yıllık büyümesinin yarısını toplumun yüzde 1'i için yapmış olamaz, yapıyorsa yanlıştır ve bu boyutta bir orantısızlığın haklı gösterilmesi çok zordur.  
Sonuç ne? Basit: her ekonomi aynı zamanda sosyal bir değerler ve dayanışma ağının içinde varolur. Bu nedenle "saf liberalizm" daima seçimlerde kaybeder. Ya da kooperatif mikroekonomi kitabında Hervé Moulin'in unutulmaz formülasyonu hatırlatılabilir. Optimaliteden/etkinlikten kasıt kooperatif bir çözümü simüle etmektir ve üç türü olabilir: desantralize karar alma (fiyat mekanizması); adalet modu (bir iktisadi adalet kuramının normlarna göre bölüşüm); doğrudan anlaşma modu (pazarlık) -yani oyun kuramı. Bunlarsa sırasıyla özgürlük, eşitlik, kardeşlikten başka birşey değildir. Bu da evrensel değerleri simgelemesi 225 yıla yaklaşan Tricolore'un ekonomistçe yorumu oluyor. Şimdi dönüp Yunanistan'a tekrar bakalım ve ücretlerin verimliliğin biraz üzerinde seyretmesini kriz nedeni saymanın doğru olup olmadığını düşünelim.    
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019