Yunanistan için artık " Hakimiyet AB'nindir"
Uzun süren gel-gitlerden, restleşmelerden ve ara verilen görüşmelerden sonra nihayet Troika olarak adlandırılan Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF'den oluşan grup ile Yunanistan arasında bir mutabakata varıldı. Buna göre Yunanistan Şubat ayı sonuna kadar bir dizi tedbiri uygulamaya soktuğu takdirde özel sektöre olan borçları %53.5 oranında silinecek ve de 130 milyar euro tutarında yeni bir yardım paketi almaya hak kazanacak. Bilindiği gibi, 2010 yılında da Yunanistan'a 110 milyar euro'luk bir yardım paketi verilmiş, ancak geçtiğimiz 2 yılda Yunanistan yardım paketine bağlı olan ekonomik müeyyideleri yerine getirememişti. Sütten ağzı yanan AB bu sefer işi çok daha sıkı tutarak, Yunanistan'ı neredeyse bir "kapitülasyon" rejimi altına almış bulunuyor. Anlaşmada yerine getirilmesi istenen tedbirleri AB bu iş için kurulan özel bir çalışma birimiyle yerinde denetleyecek, ve yardımın tranşlarını da bu doğrultuda serbest bırakacak. Yunanistan'ın yardımı alabilmek için önümüzdeki haftaya kadar kanunlaştırması gereken koruma altındaki işkollarını rekabete açmak, verimsiz vergi müfettişlerini işten atmak, rüşvete karşı kanunları güçlendirmek ve KİT'leri özelleştirmeye hazırlamak gibi onlarca madde bulunuyor. Haliyle, bu tedbirlerin Yunan kamuoyunda fazla bir desteği olduğunu söylemek zor. Öte yandan, teknokrat hükümetinin aldığı bu tedbirlerin Nisan'daki seçimlerden sonra yürütmeyi devralması beklenen politikacılar tarafından da sürdürülmesi gerekiyor.
Doğal olarak anlaşma sonrasında gerek kreditörler, gerekse de resmi AB çevreleri Yunanistan'ın ekonomik geleceği konusunda oldukça pembe bir tablo çizmeye özen göstermekteler. İleriye doğru projeksiyonlar da bu iyimser havayı yansıtır nitelikte. Örneğin, 2020 yılında Yunanistan'ın borçlarının milli hasılasına oranının genel iktisadi konsensüs olarak "sürdürülebilir" bir oran olarak görülen %120'ye gerilemesi öngörülüyor. Öte yandan, şimdiden pek çok yorumcu bu yardım paketinin Yunanistan'ın düze çıkmasını sağlayamayacağını ve 1-2 sene içerisinde yeni bir kurtarma planının devreye sokulması gerekeceğini iddia etmekte. (Hatta, ortalıkta dolaşan "gizli" bir İMF çalışmasına göre yeni anlaşmayla bile Yunanistan'ın borcunun 2020 senesinde ancak %160'a gerileyeceğinin öngörüldüğü söylenmekte.)
Özellikle konuya Keynezyen perspektiften yaklaşan ve sadece Yunanistan'a değil, 2008 küresel krizi sonrasında durma noktasına gelen tüm Batı ekonomilerine ivme kazandırmak için bütçe açıklarını daraltmaya yönelik "tasarruf" tedbirleri yerine, devlet harcamalarının artırılması yoluyla "canlandırma" tedbirlerinin alınması gerektiğini iddia eden akademisyenler Yunanistan anlaşmasının sorunlara kalıcı bir çözüm getirmekten uzak olduğunu düşünmekteler. Ancak, açıkçası Yunanistan'ın imkanları bu akademisyenlerin örnek verdiği ABD ve Almanya ile aynı değil. Sonuçta, bu iki ülke de daha genişleyici mali programlar uygulama imkanına sahipler(di). (Ancak Almanya'nın anlamsız enflasyon takıntısı, ABD'nin de Cumhuriyetçi partinin "Büyük Devlet" fobisi nedeniyle canlandırma paketleri istenen ölçekte gerçekleştirilemedi. ABD canlandırmayı büyük ölçüde para politikalarını görülmemiş boyutlarda gevşeterek sağlamaya çalışırken, AB de uzun bir süre ayak diredikten sonra, benzer bir şekilde parasal genişlemeye giderek ekonomik aktiviteye ivme vermeye çalışmakta. Şu ana kadar da, (enflasyonun iki bölgede de sadece cüzi bir artış gösterdiği de dikkate alındığında) bu politikalardan kısmi bir başarı elde edildiğini söylemek mümkün.)
Yunanistan'ın ise açıkçası baştan beri böyle bir şansı yoktu. Parası "euro" olduğu için parasal bir genişlemeye gitmesi ve devaluasyon yoluyla rekabetçiliğini kısmen de olsa artırabilmesi mümkün değildi. Keza, borçluluk oranlarının aşırı yüksekliği de Yunanistan'ın herhangi bir canlandırma programı uygulamasını imkansız kıldı. Tabii, bu şartlar altında, Yunanistan ekonomisinin bir kısırdöngü ortamına girmesi de kaçınılmazdı. Nitekim, 2 yıl önce aldığı 110 milyon euroluk yardıma rağmen, Yunanistan 2010 ve 2011'de yüksek oranda küçülmeye devam etti. Bu küçülmeyle birlikte vergi gelirleri de daraldığı için Bütçe açığı daha da artarken, küçülen milli gelir nedeniyle borçluluk oranları da daha kötüye gitti. Yeni anlaşma sonrasında ise Yunanistan'ın bu yıl %4.3 küçülmesi, sonraki yıllarda ise pozitif büyüme göstermesi bekleniyor. Ancak en iyimser senaryoda bile, Yunanistan uzun bir süre AB yardımları almaya devam edecek. (Şu an için yardımların toplamının 170 milyar euro'ya ulaşması bekleniyor. Ancak önümüzdeki yıllarda bu miktarın artması hiç de sürpriz olmaz.)
Gelinen noktada, Yunanistan'ın milli hakimiyetini büyük ölçüde kaybettiğini ve artık AB'nin hakimiyeti altına girmiş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Belki bu mukeddaratını önlemenin tek yolu moratoryum ilan ederek "euro"dan çıkmak olabilir(di). Ancak, açıkçası Yunanistan'ın devaluasyon yoluyla rekabetçiliğini artırarak ekonomisini toparlama imkanı da çok kısıtlı çünkü turizm dışında küresel ekonomide rekabetçi olabilecek bir sanayisi veya altyapısı yok. Aksine böyle bir durumda, Yunanistan ekonomisi çok büyük bir sermaye kaçışı yaşanması, tüm bankacılık sisteminin iflas etmesi, ve bugünkünden çok daha derin bir resesyona sürüklenmesi gibi risklerle karşı karşıya kalacaktı. Böyle bir durumu, sadece şu an hükümet eden teknokratların değil, Yunan toplumunun da göze aldığını zannetmiyorum.