Yunanistan %3.3, Türkiye %7,6 faizle borçlanıyor
On yıl önce “Avrupa’nın hasta adamı” olarak görülen Yunanistan, AB ve IMF’nin yoğun desteği sayesinde iflasın eşiğinden döndürüldü. İçine düştüğü borç çıkmazından kurtulmak için, yükselen toplumsal tepkilere karşın, çok ağır bir kemer sıkma politikası uyguladı Yunanistan, dev boyutlardaki bütçe açığını ve dış açığını kapatmak için büyük özverilere razı oldu, muazzam refah kayıplarına uğradı. Buna karşın uzun süre büyümeye geçemedi, Yunan ekonomisi. Financial Times’ın baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf’un yazdığına göre, 2007-2014 yılları arasında %20 küçülen Yunanistan ekonomisi ancak son yıllarda yeniden büyümeye başladı. 2017’de % 1.5, 2018’de % 2.1 büyüyen Yunan ekonomisinin, 2019’da da %2.4 büyümesi bekleniyor. Her şey yolunda giderse Yunan ekonomisinin kriz öncesindeki büyüklüğüne ancak 2030’larda erişebileceği hesaplanıyor. Ancak bu görüşe katılmayanlar da var. Kriz döneminde Yunanistan Maliye ve Ekonomi Bakanı olan Yannis Varoufakis, şu anda yakalanan büyümenin kalıcı olamayacağını iddia ediyor.
İşte bu Yunanistan, Mart ayında uluslararası piyasalarda 12 milyar euroluk bir tahvil ihracı yapacağını ilan edince yatırımcılar kuyruğa girdi. Yunanistan şimdi %3.3 faiz ödeyerek borçlanabiliyor uluslararası piyasalarda. 2017’de %7.4 büyümekle övünen Türkiye ise şimdi %7’nin üzerinde faiz ödemeden borçlanamıyor. Türkiye’nin ne duruma düştüğünü anlatan rakamlar bunlar.
Türkiye güven kaybına uğradı
Türkiye’nin geçen yıldan beri yaşadığı ekonomik krizi, dış komplolara bağlayarak kendilerini temize çıkarmaya çalışanlar hala bu bozuk plağı çalmaya çalışıyor ama gerçek bu değil. Türkiye ekonomisi, geçen yıldan bu yana atılan yanlış adımlar sonucunda uluslararası piyasalarda çok ciddi bir güven kaybına uğramış durumda. Venezüella artık tasnif dışı bırakıldığı için, geçen yıldan beri Arjantin ile birlikte dünyanın en kırılgan iki ekonomisinden biri olarak anılmaktan kurtulamıyoruz. Enflasyonu en yüksek olan ve parası en çok değer kaybeden ülke sıralamasında da Arjantin’den sonra Türkiye geliyor. TL’nin değer kaybını durdurmak için son zamanlarda atılan adımlar da, ilk anda günü kurtarsa bile ekonomi yönetiminin uyguladığı yöntemler nedeniyle dış dünyada yeni kuşkular yaratıyor.
Türkiye ekonomisi için tek çıkış yolunun yüklü miktarda dış kaynak temininden geçtiği bir ortamda finans dünyasının gözünde itibar kaybetmemiz, karanlık tünelden sonraki ışığı görmemizi engelliyor.
Yerel seçimden sonra Türkiye ekonomiye odaklanacak, öncelik ekonomik reformlara verilecek masalı da başlayamadan bitti. Siyasi rekabetin yeni boyutlar kazanacağı bir döneme giriyoruz sanki.
Bu ortamda insanların kafası fena halde karışmış durumda, farklı ortamlarda karşılaştığım tanıdıklar, “bundan sonra ne olacak, ekonomi canlanacak mı, yoksa kriz derinleşecek mi, dolar patlayacak mı?”, diye sormaya başladı. Trilyonun kaç sıfırla yazıldığını bilmeden trilyon dolarlık yatırımdan söz eden ve ekonomist diye geçinen tiplerin çeşitli medyalarda cevher saçtığı bir ortamda kafaların daha beter karışmaması olanaksız. Gülünç duruma düşmeyi göze alarak Türkiye’nin köşeyi döndüğünü, yarının bugünden çok daha iyi olacağını iddia eden yandaş medya kalemşorlarının da payı var bu kafa karışıklığında.
Gerçekle yüzleşmek zorundayız
Bu noktada daha fazla vakit kaybetmeden gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Bu yüzleşmeyi ertelemenin maliyeti giderek büyüyor. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan’ın yaptığı konuşma iş dünyasının önemli bir kesiminin de şimdi bu noktaya geldiğini gösteriyor. Özilhan, “Türkiye 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü geri dönemiyor. Türkiye ekonomisinin gücü sayesinde 10 yıldır tolere edilebilmiş olan zafiyet, artık işçisinden işverenine, çiftçisinden esnafına tüm kesimleri zorluyor. Göstergelerdeki kötüleşme bir alandan diğerine, giderek ekonominin tamamına yayılıyor”, derken önemli bir saptama yapıyor.
Özilhan’ın “parlak dönem” diye nitelediği dönemdeki başarıda önemli payı olan, AK Parti iktidarının o dönemdeki ekonomi bakanı Ali Babacan’ın şimdi yeni bir parti kurma hazırlığı içinde olduğu yolundaki söylentiler de, gerçeklerle yüzleşme eğiliminin giderek yayılabileceğini düşündürüyor.