Yunan tragedyasında son perdeye girerken

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Son dönemlerde Atlantik'in 2 yakasını ilgilendiren ekonomik gelişmeler oldukça "ilginç" bir seyir izliyor. Neredeyse bir ay Avrupa'nın göreceli iyi durumda olduğu haberleri yatırım çevrelerinde popüler bir söylem kazanıyor ve bununla bağlantılı olarak da euro değer kazanıyor, sonraki ay ise tersi yönde haberler ortalığa dökülüyor ve bu sefer de değer kazanan dolar oluyor. Nitekim, krizin başlangıcı olan 2008 başından beri parite tam 12 kere yön değiştirmiş. Son 12 aydaki yön değişikliğinin sayısı ise 7. Aslında bu tür gelişmelerin olması hiç de sürpriz değil. Neredeyse hep beraber krize giren gelişmiş ülkelerin krizden çıkış süreçlerinin oldukça farklı olacağı, ve bu süreç içerisinde piyasalarda bazı volatilitelerin yaşanacağı pek çok uzman tarafından dile getirilmişti. Ancak, bu beklentilerin gerçekleşmesini bizzat görmek ilginç oluyor doğrusu.

Bu bağlamda, sadece 2 hafta önce, piyasalar ABD'nin büyüme performansının beklentilerin altında olacağını, buna karşılık Avrupa'nın büyüme performansının ise Fransa ve özellikle Almanya'nın güçlü performanslarına bağlı olarak beklenenden daha iyi olacağını fiyatlamaya başlamıştı ki, birden Yunanistan'ın borç problemleri enteresan bir zamanlama ile tekrar ve bu sefer oldukça ciddi bir biçimde gündeme düştü. Böylece, 1.48'e kadar tırmanmış olan euro hızlı bir şekilde 1.41'e kadar geriledi. (Dünden beri de az da olsa euro tekrar bir toparlanma içinde.)

Aslında, Yunanistan ile ilgili gelişmelerde durumu yakından takip edenler açısından çok da şaşırtıcı bir gelişme olduğu söylenemez. Avrupa Merkez Bankası'nın (AMB) Yunanistan'ın krizini bir iflas olarak görmeyip sadece bir likidite sorunu olarak görmeyi tercih eden ve sorunu 110 milyar euroluk orta vadeli bir finansman desteğiyle çözme yaklaşımının yeterli olmayacağı üzerine çok yazılıp çizilmişti. Nitekim, gelinen noktada, 2012 sonu itibarıyle Yunanistan'ın kamu borçlarının milli gelirinin %160'ı gibi dış yardım olmadan finanse edilmesi imkansız bir düzeye çıkacağı görülüyor.  

Esasen, AMB'nin Yunanistan krizine yaklaşımında 3 temel hatadan söz edilebilir. Birinci ve belki de en temel hata 2000 yılında Yunanistan'ın "euro"ya kabul edilmesiydi. O gün bile Yunanistan'ın kamu açığı azami %3 olmasını gerektiren Maastricht kriterlerinin oldukça üzerindeydi.  2000'li yıllarda ise Yunanistan'ın kamu dengesi giderek daha da bozulmasına rağmen gerek yatırımcılar, gerekse de derecelendirme kuruluşları bu gelişmeyi göz ardı ettiler. (2001-2007 arasında Yunanistan'ın kamu açığı makyajlanmış rakamlarla bile ortalama olarak %5.8 idi.) Tabii, bu durumda AMB'nin Yunanistan kamu kağıtlarına Almanya kamu kağıtları ile aynı teminat değeri biçmesinin de önemli bir etkisi oldu. Bu AMB'nin ikinci hatasıydı. Son hata ise AMB'nin 2010 başında Yunanistan'ın borç krizi iyice su yüzüne çıktığı zaman doğrudan İMF'yi devreye sokacağı yerde krizi bir likidite sorunu olarak görerek kısa vadeli finansman ile aşmaya çalışması oldu. Halbuki, Yunanistan Maastricht şartlarını çok bariz bir şekilde ihlal etmiş olduğu için bir İMF stand-by programı altına girmeyi çoktan haketmişti. Ayrıca, göreceli küçük bir ekonomi olduğu için de problem o gün İMF'ye çok büyük bir yük olmadan çözülebilirdi.

Tabii, Yunanistan'ın para birimi "euro" değil de "drahmi" olsaydı, yüksek oranlı bir devaluasyon bir çözüm olarak düşünülebilirdi. Ancak, şahsen bu noktada Yunanistan'ın "euro"yu terk etmesi gibi bir seçeneğinin olduğunu düşünmüyorum. Teknik zorlukları bir kenara bıraksak bile, böyle bir gelişme "euro"nun kredibilitesine büyük bir darbe olacaktır. Devaluasyonun bir seçenek olmadığı durumda, teorik olarak yerel ücret ve fiyat seviyelerinin düşürülmesi yoluyla (deflasyon) Yunanistan'ın rekabetçi durumu artırılarak bir denge sağlanması düşünülebilir. Ancak, böyle bir düzeltme için çok yüksek oranlı bir deflasyon gerekiyor ki, Yunan halkı böyle bir acı ilacı kabullenemez. Ayrıca, böyle bir durumda milli gelir "euro" bazında önemli ölçüde gerileyeceği için, bütün borç göstergeleri daha da kötüleşecektir. Kamu açıklarının planlanan oranda ve sürede daraltılması da hemen hemen imkansız. Bütçede daha fazla kısıntı yapmak ve/veya vergi oranlarını artırmak da bir çözüm değil çünkü bu durumda ekonomi daha da daralacak. Yunanistan ile ilgili 2011 tahminleri ise bütçe açığının %8.4 ve büyümenin de %-3.9 olacağı şeklinde. (Her ne kadar son veriler Yunanistan'ın "sürpriz" bir şekilde 2011'in ilk çeyreğinde %0.8 büyüdüğünü gösteriyorsa da, bu verinin daha sonra önemli miktarda aşağı doğru revize edilmesi bekleniyor.) 

Geldiğimiz noktada, Yunanistan'ın kamu borçlarının yeniden yapılandırılması artık şart olmuş durumda. Aslında en doğru yaklaşım borçların önemli bir oranda (%40 gibi) silinmesi olacak(tı). Ancak, bu borçların büyük kısmı Avrupa bankalarının elinde ve onlar da doğal olarak böyle bir stratejiye sonuna kadar karşı. Ancak, en azından kısa vadeli Yunan kamu kağıtlarının vadelerinin çok daha ileri tarihlere ötelenmesi artık kaçınılmaz. (Durumu bir "iflas yönetimi" olarak adlandırarak yatırımcıları iyice ürkütmekten kaçınan AB ise bu konuda daha önce pek duyulmamış bir terminoloji (reprofiling) kullanmayı tercih ediyor.) Aynı zamanda, Avrupa Finansal İstikrar Fonu ve şu anda başsız kalmış gibi gözüken İMF'den de ikinci bir yardım paketinin devreye sokulması gerekecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019