Yunan halkı Avrupa'nın parasını gerçekten yedi mi? - 2
Geçen hafta nerede kalmıştık? Yunan halkının borcundan dünyanın borcuna gelmiştik. Evet, dünyanın toplam borcu 2000 yılında 87 trilyon dolarken 2014’e gelindiğinde 2,3 kat artarak 200 trilyon dolara dayanmıştı. Bu miktar, dünya ülkelerinin yur tiçi milli hasılaları toplamının 2,46 katıydı.
Yine McKinsey’in raporuna dönelim ve dünyadaki en borçlu ülkelere bir göz atalım. Borçluluğun ölçüsü, toplam borcunuzun milli gelire oranı değil mi? Eğer buna bakarsak gelişmiş ekonomilerin hiç birinin Yunanistan’dan geri kalır bir tarafı yok. Yunanistan’ın borç stoku GSYH’nin 3.17 katıyken Japonya’nın borcu GSYH’sinin 4, Singapur’un 3,8, İrlanda’nın 3,9, Portekiz’in 3,5, Hollanda’nın 3,2 katı. Fransa’dan İtalya’ya, ABD’den Güney Kore’ye kadar gelişmiş ülke ekonomilerinin hiçbirinin toplam borç stoku milli hasılasının 2-2,5 katından az değil. Üstelik 2007-2014 arasında bu borç stoku azalacağına artmış durumda. Uygulanan kemer sıkma programlarına rağmen, son 7 yılda İrlanda’nın borcu yüzde 172, Portekiz’in ve Yunanistan’ın ise yüzde 100 civarında artmış. Bu arada Türkiye’nin borç stokunun yıllık GSYH’sinin yüzde 104’ü düzeyinde olduğunu, toplam borcunun son yedi yılda yüzde 28 arttığını da hemen belirtelim.
McKinsey’in raporunda, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Arjantin, Romanya ve Hindistan dışında kalan tüm ülkelerde borç miktarının arttığını gösteren çok çeşitli tablolar mevcut. Yazıyı sayılara boğmamak için fazla uzatmıyorum. Ancak raporda Çin’deki borç oranının artışına da özellikle dikkat çekiliyor. Çin’in borçluluğu da son yedi yılda yüzde 80’in üzerinde artarak GSYH’sinin 2,17 katına yükselmiş durumda. McKinsey, tüm bu göstergelere bakarak, hem kamu, hem de özel kesimde artan borçluluk oranının önümüzdeki yıllarda yeni bir durgunluk dalgasını tetikleyebileceği uyarısını yapıyor.
Sonuç olarak, rapordan da anlaşılacağı üzere özel sektör, hane halkları ve devletler bütün hızlarıyla borçlanmaya devam ediyor. Kiminin borcunun gelire oranı şimdilik bu borcu döndürmeye yetiyor, kiminin borç-gelir oranı ise Yunanistan gibi borcu döndüremeyecek düzeye yükselmiş durumda.
Yunanistan'a bıyık altından gülen Türkiye'ye baktığımızda da büyük bir hızla borç yemeye devam ettiğimizi görüyoruz. McKinsey'in hesaplamalarına göre, borcun hane gelirine oranı 2007'de yüzde 15 iken 2014'te yüzde 29 düzeyine yükselmiş. Bu oran tehlikeli sınırın altında gibi görünse de geçtiğimiz günlerde New York Üniversitesi öğretim üyesi Selçuk Şirin'in Merkez Bankası verilerine dayanarak Twitter hesabından yayınladığı verilere göre, Türkiye'de net (harcanabilir) hane geliri içindeki borç oranı çok daha dramatik bir şekilde artıyor. 2003'te yüzde 7,5 olan hane borcunun net hane gelirine oranı 2013'te yüzde 55,2'ye yükselmiş durumda.
Kamu sektöründe borç yükünün düşüşüyle övünen Türkiye'de, özel sektör işletmelerinin durumu da pek iç açıcı değil. Bahçeşehir Üniversitesi'nden Çağdaş Şirin'in hesaplamalarına göre Türkiye'de 2001 yılında özel sektör borçlarının GSYH'ye oranı yüzde 15 düzeyindeyken 2013'te yüzde 70'e yükselmiş. Yazıyı sayılara boğmayayım dedim, ama göstergeleri mecburen paylaşmak zorunda kaldım. Gelmek istediğim nokta ise şu: Acaba küresel finans krizini ortaya çıkartanlar, borç alıp ödeyemeyecek duruma düşenler mi, yoksa bu borcu tüm dünyaya dağıtarak sistemi sürdürülemez bir noktaya getirenler mi? Yani Ege kıyısında bir kahvede kendi halinde oturan Yorgo ya da Aydın'da esnaflık yapan Hasan, “gidip Alman bankalarından borç alıp tatlı hayat yaşayayım sonra da geri ödemeyeyim” diye mi düşünüyor? Yoksa birileri gelip “Allah aşkına al şu krediyi, git kendine bir şeyler al” diye neredeyse zorla insanların ceplerine para mı dolduruyor?
Dikkat ederseniz yalnız Türkiye'de değil, dünyadaki ticari ve hukuki mevzuat içinde en fazla finans sektörü korunuyor, kollanıyor, kurtarılıyor. Yani finans sektörünün yurt içi veya dışında, kişilere, şirketlere veya devletlere verdiği parayı geri alamama ihtimali aslında çok düşük. Tüketici kredisi aldığınız banka, ödeyemedğinizde nasıl boğazınıza sarılıyorsa Angela Merkel de Yunanistan'ın boğazına öyle sarılabiliyor. Evini sat, borcunu öde diyor.
Evet, finans sektörüne açılmış bu evrensel kredi ve sonsuz koruma sayesinde dünya bugün gerçekten borç üzerine dönüyor. İnsanlar sürekli borçlandırılarak gelecekteki tüketimlerini bugün gerçekleştirmeye zorlanıyor. Finans sektörüyle reel sektör arasında kurulan bu saadet zinciri, hane halkı borçları döndürülemez seviyeye geldiğinde kırılıyor ve o ülkede bir borç kriziyle birlikte durgunluk başlıyor. Krize yol açan borcun, kamuya ait olması, şirketlere veya kişilere ait olması da bu sonucu değiştirmiyor. Ancak burada sorumluluğu, borçları alıp zor duruma düşen kişilerde, kuruluşlarda veya hükümetlerde değil bu saadet zincirinin tepesinde tatlı karları toplayan borç verenlerde aramak gerekiyor.