Yumuşak iniş mümkün mü?
Global merkez bankaları kararları sonrasında, resesyon beklentilerinin tekrardan yumuşak iniş senaryosuna evirildiğini gördük.
Bunda tabii ki özelliklede Powell’ın iş gücü piyasasının eski «aşırı ısınmış» haline kıyasla «soğuduğunu» ve enflasyonunun önemli ölçüde azaldığını söylemi piyasaların algısını ve beklentilerini değiştirmeye yetti. Piyasalarda yaratılan iyimser hava hisse senetlerine, emtiaya alışlar getirirken, tahvil piyasasında da kısa vadeli kar realizasyonları yaşanmasına yol açtı.
Peki bu bahar havası kalıcı olabilecek mi?
Tabii ki veri odaklı gideceğini bildiğimiz Merkez bankalarından gelecek yeni kararları, verilerin ne kadar piyasa dostu gelmesine bağlı olacağı da bir gerçek. Fed’in haziran toplantısından bu yana geçen süreçte fed üyelerinin algısında ve beklentilerinde nasıl ciddi bir değişim olduğu da aşikar. Bu arada Fed içinde de son alınan 50 baz puanlık faiz indiriminde üyeler arasında çatlak oluşması da dikkat çekmek gerekir.
Özelikle Fed oy birliği iler kararlar alırken uzun bir aradan sonra oy çokluğu ile faiz indirimi kararı alınmış oldu. Bu noktada Fed Yönetim Kurulu Üyesi Michelle Bowman, politika faizinin 50 baz puan düşürülmesi kararına karşı çıkmasına ilişkin yaptığı açıklamada, Fed’in fiyat istikrarı hedefinde “erken bir zafer ilanı” olarak yorumlanabileceği riskini gördüğünü belirtmesi, son dönemde istihdam verilerine odaklanan Fed’in gerçek resmi kaçırabiliyor olabilir mi sorusunu akıllara getirdi.
Sonuç olarak olası ilk kötü istihdam veya enflasyon verisine kadar piyasalar Fed’in yumuşak iniş senaryosuna inanmaya devam edeceklerdir. İlk kötü veri ile de piyasalarda tekrar resesyon söylemlerini duymamız şaşırtıcı olmayacaktır.
Peki yumuşak iniş senaryosu piyasalarda ne kadar satın alınabilir?
Son dönemde yaşanan fiyatlamalar sonrasında ABD hisse senetleri piyasası hala uzun vadeli ortalama fiyat kazanç oranlarının yüzde 30 üstünde işlem görmeye devam ediyor. 3’üncü çeyrek kar büyüme beklentilerine göre %4,6’lık bir artış beklentisi bulunmakta. Bu artış oranı bu çarpanlar seviyesinde ne kadar fırsat tanıyacak yatırımcılara bu da akıllara takılan bir başka soru.
İçeriye dönecek olursak
Piyasalarda son dönemde yeni beklenti oluşturacak katalist kalmadı söylemleri Borsa İstanbul üzerinde baskı oluşmasına yol açmakta. Özellikle dünya endekslerinde yaşanan yükselişlere ayak uyduramayan bir Borsa İstanbul Bist100 endeksi ile karşı karşıyayız. Bu ayrışmanın nedenini analiz etmek gerekirse, enflasyon muhasebesi standardına göre ayarlanan yeni bilançolar eski veri setlerinden mevcut yapıyı koparttı. Ve karlarda yaşanan törpülenmenin, yüksek faiz ortamında 9 aylık kârlarında negatif etkileyeceği beklentisini tetiklemekte.
Büyüme tarafında ılımlı düşüş devam ediyor. Mevcut konjonktüre göre yılı %3’ün altında bir büyüme ile kapatmak olası görünüyor. Bilindiği üzere borsalar büyümeyi sever olası resesyon ve stagflasyon beklentileri piyasaları olumsuz etkiler. Bu beklentiler çeşitli piyasa aktörleri tarafından dillendirilmesi de piyasada baskı unsuru oluşturan bir diğer faktör konumunda. Tabii birde borsaya gelmesi beklenen vergi düzenlemesi belirsizliği.
Ağustos başında yurtdışında yaşanan set satışlar sonrasında altına indiğimiz 10.000 puan piyasanın tadını kaçırdı. Bilindiği üzere son aylarda yabancı satışının arkasının kesilmemesi, kuruyan likiditeye rağmen gelmeye devam eden yeni halka arzlar piyasanın yukarı gitmesinin önündeki iç dinamikler olarak karşımızda. Dışsal faktör olarak yüksek faiz ortamının getirdiği alternatif fırsat maliyeti yükü ile büyüme endişeleri olarak değerlendirebiliriz. Kısa vade adına SP Global’in 1 Kasım Türkiye ilişkin yapacağı not değerlemesinde olası not artış beklentisi, bakalım borsada pozitif fiyatlanma etkisi yaratabilecek mi?
Bu sarmaldan nasıl çıkılabilir?
Öncelikle borsalar belirsizlik ortamlarını sevmez. İlk etapta vergisel düzenlemenin netleşmesi gerekli, daha sonrasında faiz indirimlerinin başlayacağı zeminin oluşması ile piyasanın nefes almasını sağlayacak ilk faktörler olarak akıllara gelmekte.