Yumuşak iniş için vakit azalıyor
Seçimlerin hemen arkasından yürürlüğe gireceği ve, iyimser beklentilerle, ekonomideki ısınmayı “yumuşak iniş” ile azaltacağı umulan politika tedbirleri henüz somutlaşmış değil. Bunun hem yedi ay sonraki yerel seçim kaygıları, hem de derin alışkanlıklar yaratmış mevcut büyüme modelinden farklı bir arayışa geçmekteki isteksizlik ile bağlantısı olmalı. Yumuşak bir inişin ilk koşulu ekonomik canlılığın yavaşlatılması ve büyüme hedefinin küçültülmesi. Yani eninde sonunda zaten, ama daha sert şekilde, gerçekleşecek bir durumun kontrollü olarak öne alınması. Lafta kolay, fakat pratikte zor bir şey bu. Başta inşaat olmak üzere bütün sektörlerde çarkların yavaşlaması ve işsizliğin artması, hane halkı tüketiminin kısılması kolay göze alınamıyor. Bu açıdan, mümkünse, yerel seçimlerin de öne alınmasının yararlı olacağını düşünmeden edemiyor insan. Böylece en azından piyasaların tansiyonunun seçmen beklentilerinin gölgesinde kalması ihtimali ortadan kalkar. Nitekim Cumhurbaşkanlığı’nın ilk 100 günlük icraat programı ve ilişkili eylemler de daha çok devlet aygıtının örgütlenme aşamalarını ve kamu harcaması gerektiren olağan koşullardaki bir hizmet programını içeriyor; bu arada istihdam ve KOBİ’ler için teşvik verileceği, kamu harcamalarının gözden geçirileceği belirtiliyor; piyasaların beklediği para ve maliye politikası önlemleriyle ilgili bir eylem listede yok. Buna karşılık dokümanda özellik taşıyan diğer başlıklar arasında Orta Vadeli Program’ın Ağustos sonunda, 2023 hedefleriyle ilgili stratejik planın Kasım sonunda açıklanması ve dış kaynak temininde araç çeşitlemesine gidilmesi, ilk olarak Çin’in panda piyasasından borçlanılması dikkat çekiyor. Anlaşılan kırılganlık risklerinin azaltılması ve güvenin sağlanması ile ilgili neler yapılacağını görmek için uygulamaları beklemek gerekecek.
Bankaların da şirketlerin de kaynak sıkıntısı var
Bu durumda, yüksek kur ve faiz ortamında şirketlerin ve bankaların ne yapacağı önemli.
Aslında sermaye piyasaları yönünden hiç de kötü başlamayan ve toplamda 100 milyon TL'yi ancak aşan 4 halka arzın yapılabildiği 2016 ve sadece 37 milyonluk 1 halka arzın yapıldığı 2017 yıllarına oranla ilk beş ayda 5 milyar TL gelir sağlayan 8 halka arzın gerçekleştiği 2018 yılında Mayıs ayından itibaren iç ve dış konjonktürdeki olumsuz gelişmeler, kur ve faizde rekor yükselişler ve nihayet öne çekilen seçimler nedeniyle düşen talep, planlanan diğer halka arzların iptaline yol açtı. Borsa endeksindeki aşağı yönlü gidişin de gösterdiği gibi, seçimden bu yana geçen 1.5 ayda ortaya konmayan ve yerel seçimlerden önce konacağı da beklenmeyen ekonomi politikalarında yörünge değişikliği, reel sektörün dinamik ve sağlıklı işletmeleri için alternatif bir kaynak teminini de uzunca bir süre geciktirecek gibi. Doğrudan yatırım bir yana, son zamanlarda portföy yatırımı için gelen dış kaynağın da azalış trendinde olduğu, ayrıca birleşme ve satınalmalarda yıllar itibariyle düşüş gözlendiği için reel kesimin faaliyet finansmanı açısından sıkıntıları ve kredi bağımlılığı da devam edecek. Uzun yıllar boyunca kaynak dağılımından en fazla yararlanan inşaat sektöründe de, hem konut inşaatının doyma noktasına gelişi, hem de yabancı bankaların isteksizliği yüzünden yerli bankaların sırtlandığı büyük altyapı projelerinin uzun vadeli oluşu ve garantiler nedeniyle kamu bütçesine de külfet yüklemesi dolayısıyla canlılığın korunması güç. Kaynak tahsisinin bir türlü imalat sanayiindeki verimli işletmelere ve döviz kazandırıcı mal ve hizmet üretimine ağırlık veren bir işleyişe kavuşturulmamasının maliyeti, belli ki, giderek hissedilir hale gelecek.
Dış kaynak sorununun ise 2019 da bu yıldan da daha sıkıntılı bir hal alacağı söylenebilir; çünkü batı sisteminin AB bacağında parasal sıkılaştırma ve faiz arttırımlarının ABD’ne oranla bir gecikme ile ancak 2019’da gündeme gelmesi bekleniyor. Sadece dış ticaret bağlamında değil, sermaye akımları yönünden de AB’ne bağımlılığımızın düzeyi düşünülürse bu, Türk bankalarının ve reel kesiminin elini daha da daraltacak bir gelişme olacak. Ayrıca özel bankalarımızın bir çoğunda hakim ortak durumuna gelmiş olan yabancı yatırımcı kuruluşların, banka hisselerinin borsadaki değer kayıplarına paralel olarak ülkemizdeki risk iştahlarının azalacağı, üstelik yönetim ve itibar açısından güvenilir firmaları ayrıştırma konusunda da isteksiz olacakları öngörülebilir. Kaldı ki, mali sistemin sığlığından dolayı sadece ticari faaliyetin değil, yatırımların, tüketimin, gayrimenkulün ve kalkınmanın da tek finansörü olarak görülen bankalar % 150’ye çıkmış kredi mevduat rasyosu ve artan döviz pozisyon açıkları ile kredi kapasitesi açısından zaten sıkıntıda.
Ortak akıl ihtiyacı
Ne petrol üreticisi olduğumuza, ne de bir anda tasarruf fazlası vereceğimize göre cari açıkta da, büyümede de aynı düzeyi sürdürebilmemiz güç. Bunu bilerek, dünya sermaye ve emtia piyasalarındaki dalgalanmaları da görerek, politikalarımızı hem en önemli iki çıpamızdan biri olan bankacılık sistemimizin sağlığını, hem de ekonomimizin itici gücü olan rekabetçi şirketlerimizi koruyacak ve enflasyonu kontrol edecek şekilde ortak akılla oluşturmamız gerekiyor. Yılın ilk çeyreğindeki yüksek büyümenin etkisiyle bu yılı da % 5 civarında bir büyüme oranıyla bitirebilme imkanı, kırılganlıkları yönetebilme açısından son şanslarımızdan biri olabilir.
Unutmayalım ki hepimiz aynı gemideyiz.