Yükselen pazar retoriğini aşmalıyız

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Herhalde geçiş toplumu özelliğimizden olsa gerek, gündemimiz her zaman renkli ve kalabalık. Öyle ki insan hangi konuyu ne tarafından tutup irdeleyeceğine karar vermekte güçlük çekiyor. Çoğu zaman temel sorunlarını hallettiği için yeterince hareketli dinamiklere sahip olmayan yabancı ülkeleri ziyaret ettiğimizde canımızın sıkılması da muhtemelen alışık olmamamızdan.. En fazla yer bulan ekonomik ve sosyal tartışma konularında bile bir günden diğerine o kadar değişiklik oluyor, geniş kabul gördüğü sanılan doğrular öyle hızlı biçim değiştiriyor ki senaryo yazarlığı, neredeyse en fazla ihtiyaç duyulan uzmanlık haline gelse şaşırmayacağız.

Nüfus ne zaman avantaj?

Gerçekten de, bu köşenin tasarladığımız kapsamı dışında sayacağımız düzinelerce başlığı dışarıda bıraksak da aralarında seçme yapmayı gerektirecek pek çok alternatif kalıyor geriye. Tabii artık kanıksadığımız abartılı sektör ve firma güzellemelerini doğal olarak elediğimiz de cabası.

Öncelikle dikkat çekici olan, TÜİK'in açıkladığı nüfus istatistiklerine ve giderek düşen doğurganlık hızına hükümetin pek çok yetkilisinden gelen yorum ve uyarı dalgası. Ülkenin bir numaralı rekabet avantajının en az önümüzdeki otuz yıl boyunca sürecek demografik fırsat olduğunu düşündüğümüzde bu hassasiyetin haklı olduğu kesin. Ancak birincisi, bu öteden beri bilinen ve ekonomik gelişme/refah artışı ile giderek azalması doğal bulunan bir eğilim, yani yeni ve sürpriz bir gelişme değil. İkincisi ve daha önemlisi, bu avantajın etkin bir büyüme çapası olması için sadece nüfus artışı olarak kalmaması, eğitimli ve nitelikli işgücü olarak üretimin içinde yer alması gerek.

Aktif çalışma yaşındaki nüfusun fazlalığı, ancak istihdama katılım ve verimlilik düzeyinin yüksek olması halinde itici güç, aksi halde bir sosyal yük ve başağrısı olabilir. Yurtiçi katma değeri, ayrıca eğitimin süresini ve niteliğini yükseltmedikçe genç nüfus faktörünün katkısı sınırlı ve diğer dezavantajların telafisi açısından yetersiz kalıyor.

Esnek hedefler, keyfi ilkeler

Benzer bir sorgulamayı çağrıştıran açıklama da Merkez Bankası Başkanı'ndan geldi: Hem enflasyonda, hem büyümede, hem de cari açığın büyüme oranında yüzde beşin hedeflendiği vurgulandı. Bugüne kadar oldukça başarıyla sürdürülen makroekonomik performans içinde bile bu hedeflerin ikisine, yani enflasyon ve cari açık ile ilgili olanlarına ulaşılabileceğinin inandırıcı işaretleri ortaya konamamışken bunun şimdi nasıl sağlanacağı belirsiz. Kaldı ki değişmesi zorlu altyapı reformları ve orta vadeyi de aşan bir süre gerektiren mevcut ekonomik yapı içinde büyümede ithalat ve dış finansman bağımlılığı veri iken hedeflerini birlikte gerçekleşmesi matematik olarak kolay görünmüyor. Kısa vadede teknoloji düzeyinde, verimlilikte ya da iç tasarruf oranında büyük bir sıçrama göre olmayacağına anlaşılması gereken mesaj herhalde hem döviz kurunun, hem kredi hacminin, hem de mali disiplinin yakından izlenip dengede tutulacağı ve böylece üçlü hedef tutturulmasa bile aşırı sapmalara izin verilmeyeceği olmalı.

Çok farklı bir alanda ilgi çekici bir gelişme de ticaret ve sanayi odalarına ilişkin yasal ve örgütsel düzenlemeler konusundaydı. Gönüllülük esasına dayalı sivil toplum kuruluşlarında bile kurumsal yönetim bağlamında yönetimlerde bayrak değişimini zorlama tercihi yaygınlaşmışken, yasa ile kurulan ve üyeliğin zorunlu olduğu ticaret ve sanayi odalarında geçmişte bu yönde yapılmış değişikliğin yargı yoluyla aksi yönde değiştirilmesi, ilkeleri çıkarlarımıza göre eğip büktüğümüz izlenimi yarattı. Meslek komitelerinin uluslararası kurallara göre oluşturulmasının yol açtığı kargaşa ve tepkiler de benzer bir yaklaşımın izlerini taşıyor. Yapısal zaaflarımızın yaygınlığı, kurumsal yönetimin geliştirilmesine sadece kamu kesiminde değil, özel kesimde de ihtiyaç duyulduğu ortada.

Umut verici bir örnek

Bilim, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün'ün bilimsel ve ekonomik gelişme ve arge konusundaki açıklamaları ise niteliği itibariyle diğerlerinden farklı, gerçekçi ve en önemlisi sonuç odaklı bir içerik taşıdığı için umut verici. Teknoparkların performanslarının izlenerek başarı düzeylerinin açıklanacağı, desteklerin buna göre şekilleneceği, araştırmaların patente, patentin lisansa, lisansın da ticari değere dönüştürülmesi için üniversiteleri de sistemle bütünleştiren uygulamaların ve bu arada "teknoloji transfer ofisleri"nin oluşturulacağı, üretimde yüzde 5'de çakılı kalan yüksek teknolojili ürünlerin yüzde 20'ye çıkarılması için sektörel eylem planları hazırlandığı, bütün illerde bilim merkezleri ve yurtdışında başarı hikayesi yaratan ülkelerde bilim örgütlenmesi ve bilgi transferi yapılacağı vurgulanıyor.

Artık yükselen pazar retoriğini aşan ve somut eylemlerle desteklenen dönüşüm hamlelerine sıra gelmiş olmalı!...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019