Yükselen Pazar’ krizi kapıda, Türkiye hedefte

Osman ULAGAY
Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Uluslararası Para Fonu(IMF) ile Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları önümüzdeki hafta Peru’nun başkenti Lima’da yapılacak ve dünya ekonomisinin pek de iç açıcı olmayan tablosu bir kez daha gözler önüne serilecek. Kimi ekonomistler, dünya ekonomisindeki ortalama büyümenin önümüzdeki dönemde yüzde 3’ün bile altında kalabileceğini ve bunun  “küresel resesyon” anlamına geleceğini ileri sürerken özellikle Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinde kriz olasılığından söz edenler de giderek artıyor.  

Böyle bir algının yaygınlaşmış olması çok önemli çünkü bir ülkenin ya da bir şirketin durumu değerlendirilirken, bu ülkelerin ya da şirketlerin performansının yanı sıra, söz konusu ülke ve şirketlerle ilgili olarak küresel piyasalarda oluşmuş olan algı da büyük önem taşıyor.  Söz konusu ülke ve şirketlerin içinde yer aldığı ülke ve şirket gruplarıyla ilgili algı da bu değerlendirmeyi etkileyebiliyor. Örneğin ‘Yükselen Pazarlar’ diye nitelendirilen ülkelerle ilgili algı olumluysa bu grupta yer alan ülkeler de bundan yararlanıyor, bu algı olumsuzsa bu grupta yer alan ülkeler de olumsuz etkileniyor. 

Yıldızı sönen ‘Yükselen Pazarlar’

Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin başını çektiği ‘Yükselen Pazar’ ülkeleri 2003 – 2013 arasında dünya ekonomisinin yükselen yıldızlarıydı. Bu dönemde söz konusu ülkelere çok büyük miktarda yabancı sermaye aktı, bu ülkelerin dünya ekonomisindeki ve ticaretindeki payı büyük ölçüde arttı. 2008 de ABD’de başlayıp öncelikle zengin – gelişmiş ülkeleri etkileyen krizi izleyen dönemde ‘Yükselen Pazar’ ülkelerine giren net dış kaynağın bir hesaba göre 600 milyar dolar dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bunun da katkısıyla söz konusu ülkelerin ortalama büyüme hızı yüzde 6’yı buldu ve gelişmiş ülkelerin büyüme hızını üçe katladı, bu dönemde dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 80’ini de bu ülkeler sağladı. 

Ancak 2013 yılının ortalarında ABD’nin parasal genişleme programını sonlandırma olasılığının gündeme gelmesiyle birlikte ‘Yükselen Pazarlar’ parlak görünümü bozulmaya başladı. 2014 başından bu yana ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinden net dış kaynak çıkışı 300 milyar doları buldu ve bu ülkelerin çoğunun büyüme hızı düştü ve paraları hızla değer kaybetmeye başladı. Şimdi gelinen noktada ABD Merkez Bankası’nın faiz oranlarını artırmaya başlaması halinde bu sürecin daha da hız kazanmasından kaygı duyuluyor. 

Bu süreçte ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin parlak döneminde göze batmayan zafiyetleri birer birer ortaya çıkmaya başladı ve bu ülkelerle ilgili olumlu algı ciddi biçimde bozuldu. Şimdi bu ülkelerden kaçmak moda oldu. 

Türkiye algısı nasıl bozuldu?                           

Türkiye de 2003 – 2013 arasında yükselen dalganın üzerinde sörf yapan ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinden biriydi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ekonomideki başarı hikayesi de bu dönemde yazıldı. Dünyada, Türkiye ile ilgili olumlu bir algı oluştu, Türkiye’ye yabancı sermaye girişinde ciddi bir sıçrama yaşandı ve kişi başına milli gelirimiz 2008 yılında ilk kez 10,000 doların üstüne çıktı.

Ancak özellikle 2013 yılından itibaren Türkiye’nin hikayesi her bakımdan bozulmaya başladı. İktidarın otoriter niteliği artarken Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşan bir ülke görünümü vermesi ve küresel finans piyasalarına komplocu bir anlayışla yaklaşması, iç talebe dönük büyümenin cari açık çıkmazına girmesi ve yolsuzluk iddialarının yaygınlaşması Türkiye ile ilgili dış algının giderek bozulmasına yol açtı.

Bu olgunun çok taze bir örneği, Financial Times gazetesinin 28 Eylül tarihli sayısında, gazetenin deneyimli yazarlarından John Plender’in ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin durumunu irdeleyen yazısında çıktı karşıma. Yazıda, dış borçları döviz rezervlerine göre yüksek olan ülkelerin taşıdığı riske dikkat çekilirken, dış borçlarının döviz rezervine oranı %347 olan Güney Afrika’dan söz edildikten sonra Türkiye’nin dış borcunun döviz rezervine oranının %1209 olduğu ve bunun “nefes kesen” bir oran olduğu vurgulanıyor. Yolsuzluk iddiaları ve hükümetlerin keyfi uygulamaları konusunda da Brezilya, Rusya ve Malezya örneklerine değinildikten sonra Türkiye’de Erdoğan yönetiminin bu konuda da en kötü örneği oluşturduğu belirtiliyor. 

Bu olumsuz algıyı değiştirmek kolay olmayacak her halde.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar