YSK kararı ekonomideki toparlanmayı zora soktu
Maalesef ki, hemen hemen tüm ekonomik veriler olumsuz bir süreçte ilerlerken, YSK’nın aldığı tartışmaya açık bir kararla bir kez daha bir seçim atmosferi içerisine girmiş bulunuyoruz. YSK’nın aldığı kararın iktisadi açıdan en az 4 tane menfi sonucu olacaktır. Birincisi, T.C.’nin hukuk sisteminin önemli bir parçası olan YSK’nın aldığı bu kararın zaten yerli ve yabancı yatırımcılar nezdinde giderek daha fazla tartışma konusu olan adalet mekanizmasının bağımsızlığı ve demokrasinin işleyişi konusundaki soru işaretlerini daha da artırması kaçınılmazdır. Bu durum, Türkiye’nin yeniden düzlüğe çıkabilmesi için gerekli olan “yatırım ortamının düzeltilmesi” çabalarına sekte vuracaktır. Etkisi de salt kısa değil, orta ve uzun vadede de hissedilmeye devam edecektir.
İkinci menfi sonuç, seçim süreci ve buna bağlı belirsizliklerin en az 1.5 ay daha uzayacak olmasıdır. Zaten 31 Mart seçimleri öncesi ve sonrasında bir bekle-ve-gör stratejisi içinde olan ekonomik aktörler bu bekleyişlerini daha da uzatmak zorunda kalacaklardır. (Tüketiciler harcamalarını kısmaya devam edecek, yüksek kurlar ve duran ekonomik aktivite yüzünden zor durumda olan üreticiler ise daha da mağdur durumda kalacaklardır.) Ekonominin çarklarının işlemediği her gün Türkiye’nin daha da fakirleşmesi demektir.
Üçüncü olumsuz gelişmeyi ise YSK kararının açıklandığının dakikasında yaşadık. Zaten son derece primli seyreden döviz kurlarının 20 kuruşun üzerinde arttığına tanık olduk. Sene başından beri dolar kurundaki artış oranı yüzde 17’i geçmiş durumda. Bu durumun başta enflasyon olmak üzere tüm ekonomik göstergeler üzerinde olumsuz etkisi olacağı kuşkusuzdur. Enflasyonu kontrol altına almaya çalıştığımız bir yılda, ve TCMB’nin geçen hafta yayınladığı Enflasyon Raporu’nda sene sonu enflasyon tahminini yüzde 14.6’da tutmasının çokça tartışıldığı bir ortamda, enflasyonda kaçınılmaz şekilde meydana gelecek bir artış dezenflasyon ve dengelenme sürecini geciktirecektir. Yüzde 17’lik bir artışın beklenen enflasyonda en az 3-4 puanlık bir artışa sebep olacaktır. Bu da MB’nin faiz indirim takvimini oldukça ileri atması demektir. İlk indirimin 12 Eylül toplantısından önce olma ihtimali son derece zayıflamıştır.
Dördüncü olumsuzluk ise İstanbul’u kazanmayı kendi bekası için neredeyse elzem olarak gören İktidar’ın bu amaç uğruna bütçede ek harcamalara gitme olasılığıdır. Zaten senenin ilk çeyreğinde rekor bir miktarda açık vermiş olan bütçenin daha da fazla açık verme riski senenin geri kalanında TL faizler üzerinde ek bir baskı unsuru olacaktır. Ekonomik aktivitedeki durgunluğun devam edecek olması özellikle vergi gelirlerini kısıtlayacak, ve önümüzdeki aylarda açığın daha da artmasına sebep olacaktır.
Türkiye ekonomisinin çok süratli bir şekilde normalize olması lazım. S400 krizi, hiç bitmeyen Suriye konusu, İran ambargosu, ABD-Çin ticaret savaşları, Türkiye’nin ‘Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’ programından çıkarılma riski gibi meseleler gündemdeyken bir de yeni bir seçim belirsizliğine girilmiş olması hiç de iyi olmadı doğrusu.