Yörünge belliyse cari açıkta sorun olmaz

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

 
Çok iyi hatırlıyorum, cari açığın arızi bir gelişme değil, yapısal bir sorun olduğunun ayırdına varıp tartışmamız çok eski değil, 2005-2006 yıllarında oldu. Bu belki de doğaldı, çünkü makroekonomik dengesizlikler ve konjonktür yönetimi ya da bize özel krizler ile uğraştığımız on yıllar boyunca istikrarlı bir büyüme performansı gösterememiştik, dolayısıyla büyümenin dinamiklerini irdelemek gerekmemişti. Büyüme ve istikrarın verdiği güven, arka planda uç verip yükselmeye başlayan ve her ikisinin de sürdürülebilirliğini riske sokan dış ticaret ve ödemeler dengesi açığının ciddiyetini bir süre için perdelemişti kuşkusuz. Ondandır ki cari açığa karşı önlemler düşünülmesi ve eylem planları hazırlanması son iki yıla sarktı. Bu açıdan, bir bakıma, küresel krizin araya girmesinin, sorunun derinleşip bize özel bir döviz krizine dönüşmesine engel olduğu da söylenebilir.
 
Avantajlarımız da zaaflarımız da belli
Basiretli ekonomi politikalarının ve mali disipline bağlılığın sonucu olarak Türkiye, hala sorunlarını çözerek proaktif politikalar geliştirebilecek durumda neyse ki. Nitekim değerlendirme kuruluşlarından Fitch'in not attırması, Moody's'in de -not arttırmamış olsa bile- görünümünü olumluda tutarak Türkiye'yi güvenilir bulması da bundan kaynaklanıyor. Artık bakılan şey, ülkenin ekonomik ve mali yapısının daha da güçlendirilmesinin ve böylece cari açık kontrol altından çıkmaksızın makul bir büyümenin sürdürülmesinin mümkün olup olmadığının kanıtlanması. Geliştirilecek politikalar bütünüyle bu noktaya odaklanmalı.
 
Hareket noktası bu olunca, ötesi de belli. Öncelikle mevcut göreli avantajı yitirmemek, yani mali disiplinden ve makroekonomik istikrardan vazgeçmemek şart. Sonra da iç ve dış talebi canlı tutmak, işgücü ve istihdamı arttırmak, dış ticareti çeşitlendirmek ve değerini yükseltmek yoluyla ekonomiyi, kayıtdışını azaltıp vergi tabanını genişleterek kamu finansmanını güçlendirmek amaçlanmalı. Ancak bu amaçlara ulaşılmasını zorlaştıran yapısal ve kurumsal zafiyetlerimiz var: Tasarruf oranı düşük, üretim ve ihracatta ithal girdisi yüksek, yargı sistemi ve vergi idaresi reforma muhtaç, enerji ve ara malında dışa bağımlı, teknoloji düzeyi vasat, kayıtdışı normalden büyük ve gelir vergisi tabanı dar. Buna karşılık artık kanıksanan mali disiplin dışında, düşük borçluluk oranı, 2001 sonrasında sağlıklı bir yapıya ve mevzuata kavuşan bankacılık sistemi ve Merkez Bankası'nın çeşitlendirilmiş alet kutusu gibi avantajları da var. Çözüm  güçlü faktörlerin sayısını çoğaltarak büyümeyi kalıcı kılmakta.
 
Sorun üretim dinamiklerini geliştirmekte
Bu perspektif, bizi eninde sonunda Türkiye'nin üretim dinamiklerini dönüştürüp geliştirmek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Kalıcı büyüme yörüngesinin önkoşulları arasında kaynak yetersizliğini telafi edecek dış tasarrufların çekilmesi, teknoloji düzeyini ve katma değeri yükseltecek arge ve sanayi yatırımlarının arttırılması ve ihracata yönlendirilmesi gibi temel ihtiyaçların tümü ise yurtiçi sınai üretimin niteliğini ve niceliğini daha verimli ve rekabetçi yönde değiştirmek ile anlam kazanacak.
Bu açıdan eskisinden farklı seçici ve analitik bir anlayışla hazırlanan yeni teşvik sistemi, umut verici bir başlangıç sağladı. Bölgesel teşvikler bağlamında ilk uygulama yılında işlerlik kazanırken, büyük ölçekli, stratejik ve öncelikli yatırımlar kategorilerinde şimdilik yetersiz görünen yatırımcı ilgisini arttıracak ince ayarlar üzerinde çalışmak gerektiği anlaşılıyor. Geçen hafta açıklanan ve otomotiv ile enerji sektörlerinde yurtiçi katma değeri yükseltecek yatırımları öncelikli yatırımlar kapsamıma alan kararlar bu doğrultuda atılmış isabetli bir adım. Aynı şekilde Başbakan'ın yıl sonunda süresi biten ve istihdam ile dengeli yatırım dağılımı açısından önemli katkı sağlayan 5084 sayılı Kanun'un gelişmişlik düzeyine göre farklılaştırılan yeni bir versiyonu ile yeniden uygulamaya konulacağını açıklaması da sevindirici.
 
Küresel koşullar uygun
Küresel koşullar henüz lehimizde görünüyor. Uluslararası Finans Enstitüsü'nün 2013 ile ilgili ilk raporu küresel sermayenin yükselen ülkelere yönelişinin hızlanacağını, Türkiye'nin büyüme ve yatırım potansiyeli en yüksek ülke olduğunu öngörüyor. Yased'in yılın ilk barometre araştırması da, uluslararası yatırımcıların Türkiye ile ilgili beklentilerinin dünya ortalamasından olumlu ayrıştığını, aynı durumun büyüme ve yeni yatırım girişinde de söz konusu olacağını, doğrudan yatırım girişinin 15-20 milyar dolar hatta üstünde olabileceğini düşündüğünü gösteriyor. Finansal ortam ve öngörülebilirlik açısından da olumlu görüş belirten şirketlerin kaygılı oldukları hususlar ise hukuk güvenliği, kayıtdışı ve fikri mülkiyet hakları gibi öteden beri devam edenler dışında cari açığın kontrolü olarak ifade ediliyor.
Kısacası ne durum çok karmaşık, ne de yapılması gerekenler. Cari açığı da makul düzeye çekmek mümkün. Yeter ki politikaları tasarlar ve toplumu yönlendirirken temel yörüngeyi akıldan çıkarmayalım.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019