Yöneticiyi kriz anları tartar
Bir olay
Bir eğitimdeydim. Öğle yemeği arası vermiştim. Eğitim alan şirketin yetkilisi “Hocam, yemeği dışarda yiyeceğiz. Size kuru fasulye ikram edeceğiz. Ama bu özel bir kuru fasulye. Bir itirazınız olur mu?” dedi. Ben de “Ne demek! İtirazım olmaz tabii. Üstelik kuru bizim milli yemeğimiz. Buyurun gidelim” dedim. (O devirde ayran henüz milli içeceğimiz olarak ilan edilmemişti (!) ) Hep birlikte lokantaya gittik. Lokanta, Anadolu’da gördüğümüz türden ufak bir aşçı dükkanı değildi; büyük bir işletme idi. Siparişlerimizi verdik, beklerken ben de çevreyi incelemeye başladım.
Oturduğum yerden mutfak görünüyordu. Genişçe bir mutfaktı. Mutfağın salona açılan büyük servis penceresi vardı. Garsonlar, siparişleri bu pencereden alıyorlardı. Servis trafiği hızlı idi. Dolu tabaklı tepsiler alınıyor, boş tabaklı tepsiler geri veriliyordu. Yarı otomatik çalışan bir fabrikanın montaj hattı gibiydi.
Her şey böyle tıkır tıkır çalışırken sanki birisinin nazarı değdi. Bir genç garson, 10-15 kadar dolu tabağın bulunduğu tepsiyi servis penceresinden aldı. Ancak menzilindeki masaya doğru dönerken tepsiye bir eğim verdi ve yerçekimi devreye girdi. Tüm tabaklar büyük bir gürültü ile mutfağın önüne yayıldı. Sanki, kuru fasulye kazanının içine bir futbol topu düşmüştü. Yer bir anda porselen kırıkları ve kuru fasulye ile doldu. Yemeğin salçası sahneye daha bir renk kattı. Operasyon durdu.
Kazayı yapan genç garson daha şaşkınlığını atamamıştı. Olay yerine 50 yaşlarındaki şef geldi. Bağırma çağırma bekliyordum. Adam, tam bir orkestra şefi gibi ekibi yöneterek ortalığı temizletmeye başladı. Hani casus filmlerinde gizli servisin cinayeti sonrası bir temizlik ekibi gelir. Ve cinayet mahalli temizlenir, tüm deliller yok edilir ya. İşte burada da aynen böyle oldu. Üç dakika içinde ortalık tertemizdi ve operasyon durduğu yerden devam etti.
Yemek sonunda dışarı çıkarken kapı önünde bizi uğurlayan şefe “Biraz önceki temizleme operasyonunuza hayran kaldım; sizi kutlarım. Ne kadar süredir lokanta işindesiniz?” dedim. Şef büyük bir alçakgönüllülük içinde teşekkür etti. Ve “Burada bir yıl. Ama 25 yıl İsviçre” dedi.
Bir yorum
Yönetmek, kolay iş değildir. “Yönetim bilim midir, sanat mıdır?” sorusunun cevabında sanat kısmı ağır basar; çalışanları bir hedefe yönelterek iş yaptırma sanatı.
Yukarıdaki olayda hedef, zor bir hedef değildi. “Alt tarafı bir temizlik işi” diyebilirsiniz. Ancak bunun seri biçimde ve müşteriyi rahatsız etmeden yapılması gerekirdi. İşte şef bunu başardı.
Seriliği ne sağladı? Temizlik ekibinde iş bölümü mükemmeldi. Kimin ne yapacağı belli idi. Kişiler de işlerini seri biçimde yapıyorlardı. Kişilerin etkin bir biçimde devreye sokulması zamanını şef ayarlıyordu.
Müşteri neden rahatsız olmadı? Çünkü hiçbir bağrış çığrış yoktu. Her şey tam bir profesyonellik içinde yapıldı. Bunu sağlayan da şefti. Tam bir beyefendi idi, öfk elenmedi, ağzını bozmadı. Yönetimindeki birisi önemli bir hata yapmıştı. Şef, hatayı yapana değil, sorunun çözümüne odaklanmıştı. Kazayı doğal bir olgu olarak görüp, soğukkanlı olarak sorunu çözmüştü. Şefin soğukkanlılığı, emrinde çalışanları da soğukkanlı yapmıştı.
Son söz
Yönetici iseniz kendinize şu soruyu sorunuz: Emrinizdeki birisi bir hata yaptığında yukardaki şef kadar soğukkanlı olabiliyor musunuz? Hatayı yapana mı, hatanın açtığı yarayı tamire mi odaklanıyorsunuz? Şimdi de aynı şekilde yöneticinizi değerlendiriniz ve bakın bakalım bir kriz anında terbiyesini muhafaza edebiliyor mu? Unutmayınız, kriz anları, bir yöneticinin yöneticilik becerisini ve karakterini ölçen bir mihenk taşıdır.
Tanrı sizi öfkesini bile kontrol edemeyen, ağzı bozuk yöneticilerden korusun.