Yönetici kalitesi
Şişecam Topluluğu’nun kurumsal yayını olan dergiyi izlemiş olanlar; orada profesyonel görev yaparken yazdığım yazılarda bir konunun altını çok sık çizdiğimi saptayacaktır: Yöneticinin kalitesi, zamana olan saygısı ile ölçülür.
Bir yönetici, bütün makamlardan, mevkilerden arındıktan sonra, sokakta sade bir insan olarak dolaşırken, daha önce birlikte çalıştığı insanların gözlerine, kendi gözlerini kırpmadan bakabilme zenginliğine sahip olmalı.
Gerçek anlamda insan- odaklı yönetici olup olmadığınızın çok temel göstergesi, eşit koşullarda kaldığınızda insanların sizinle birlikte yürüyüp yürümeme istekliliğidir.
Eğer insanlar size, “Tek başına olsam Şaha’a Sultan’a kul olmam/ Viran olası hanede evlad u ıyal var” güçlüğü nedeniyle katlanıyorlarsa, iyi yönetici olduğunuza ancak kendi kendinizi inandırırsınız; başka kimse inanmaz.
Çevrenizdeki bütün insanlar sizin “…astlarının zamanına saygı göstermeyen” biri olduğunuzu biliyor; buna güçlü bir biçimde inanıyorsa, gerçekten tedavi olmanız gerekir. Bütün insanların zamanını unutup, işleri “kendini odak” kabul ederek yapmaya kalkışan yöneticilerin kurumlarına büyük zarar verdiği açık. Yönetici kalitesini gösteren çok temel ölçülerden biri de, “astları mayin eşeği durumuna düşürme” hastalığıdır. Bütün başarıları kendine mal eden, hatalı sonuçları da astlarının sırtına yükleme alışkanlığı olan bir yönetici, insan odağından uzaklaşır.
Yöneticiliğin bir başka göstergesi, “astlarımı değiştirme hakkım vardır; eleştirme hakkım yoktur” diyebilme, bu deyişi de gerçekten içselleştirmiş olmadır. O nedenle, gerçek bir yönetici astlarına, “… biri sizi sorgulamaya kalkarsa, benim haberim olduğunu söyleyin. Ben sizin kaleniz olmalıyım. Hata kültürünün yaratıcılığı ancak böyle hayata taşınır. Siz yönetici olarak bana karşı sorumlusunuz; başkalarına değil. Sizi sorgulamak isteyenler önce beni sorgulamalı“ diyebilme özgüvenine ve meydan okuma cesaretine sahip olmalı.
Arkadan geleni tepen…
Yönetici, “…arkadan geleni tepen, önüne çıkanı kapan” bir ilkelliğe asla kendini kaptırmamalı. Yöneticinin kalitesi “tanımlanabilir ve anlaşılabilir” olmadır. Birlikte çalıştığınız insanlar sizin neleri hoş görebildiğinizi, hangi konularda ödün vermeyeceğinizi kolaylıkla anlayabilmeli. Değişen koşullara göre farklı tepkiler veren bir yönetici, asla “güven” yaratamaz; güvenin olmadığı yerde de “yönetim” olmaz.
Bir yönetici “şeytani zekası“ ile üstlerini “kandırabiliyor”, astlarının büyük çoğunluğunu “pire” gibi tırnakla ezilebilecek varlık gibi görüyorsa; asla kalite tutturamaz.
Çünkü gerçek yönetici, “insanların zaaflarına göz yuman, zarif yanlarını öne çıkaran” utsallığa sahip olmalıdır. İnsanların zaaflarına yüklenerek, kendini öne çıkarma kaliteli bir yöneticinin asla tenezzül etmeyeceği husustur.
Bir yöneticinin, özellikle de kendi emirleri altında olanlar karşısında söyledikleri, anlattıkları çok önemli değildir. Kaliteli bir yönetici, yaptıklarını da yapamadıklarını da kamuoyu önünde, kendine her türlü soruyu sorabilecek insanların bulunduğu ortamlarda açabildiği tartışma ile belli olur. Sizden bağımsız insanların soru sorabileceği ortamlara çıkma cesaretiniz yoksa, kapalı kapılar ardında, işini bilmeyen üstlerinizi kandırabilirsiniz; ama tarihin bilincini asla.
Bir yöneticinin kalitesi, o işi bıraktıktan sonra, örneğin emekli olup bir kenara çekildiğinde, birlikte çalıştığı insanlardan aldığı mektuplarla da ölçülebilir. Bizim gibi yazma alışkanlığı olmayan toplumlarda, alınabilecek mektuplar gerçekten sizin yönetici niteliğinizi açığa çıkaracaktır.
Adam olmak, kapalı kapılar ardında kendimizi ve etrafımızda ayrıntı bilmeyen ya da çıkarı nedeniyle sesini yükseltmeyenler karşısında afra tafra yapmak değildir. Adam olmak, her an kendini “hesap verebilir” kılmaktır. Kaliteli yönetici de, her türlü ortamda hesap verebilme güvenini kendinde bulabilendir.