“Yol üstüne kurdum kara kazanı, ben isterim okuyanı yazanı”

Dr. Uğur TANDOĞAN
Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ [email protected]

Kağıt

Kağıt ve kalem, bizim kuşak için çok önemli idi. Okur-yazarlık somut bir olaydı. Kâğıttan okur, kağıda yazardık. Henüz dijital çağa girmemiştik.

Kâğıt, gerçekten değerli bir madde idi ve ona değer verirdik. İlk yazı defterimi ve onun kâğıdını hatırlarım. Yazı yazmadan önce parmaklarımı sayfanın üstünde gezdirirdim. Sanki bu, yazı ile atacağım temel için zemin yoklaması gibiydi. Ya da, yazı öncesi beyaz sayfadan okşayarak izin istemek gibi bir şeydi. Parmaklarım kâğıt üstünde kayardı. Çünkü defterin sayfaları “kaymak-kâğıt” idi. Matematik defterleri ise sarı, saman-kâğıttan olurdu. Okul açıldığında defter, kalem almak için çarşıya çıktığımızda heyecanım zirve yapardı. Aldığımız defterleri eve getirdiğimde hepsini teker teker kaplar, etiketlerini yapıştırırdım. Yazmaya kıyamazdım. Babamın sözleri hâlâ kulağımdadır: “Yaz oğlum, defterler yazmak içindir”.

Üniversitede derslere düzenli devam eder ve iyi not alır, deftere yazardım. Sınavları ilk hakkımda, haziranda geçerdim. Sınavı geçememiş arkadaşlarım defterlerimi isterdi. Sınavı geçtiklerinde geri getirmeleri koşulu ile defterlerimi onlara verirdim. Defterlerimin bazıları bazen birkaç sömestr sonra geri gelirdi. Bir keresinde geri gelen defterimin biraz kabarık olduğunu gördüm. Getiren arkadaş mahcup bir biçimde özür dilemişti: “Yazın bizim köyün yaylasında idim. Heybeye koymuştum, yoğurt dökülmüş. Kuruttum ama, kabarık kaldı.”

Kalem

Bizim kuşak için kalem de çok değerli idi. İlkokuldaki ilk kurşun kalemim, tepesi silgili, sarı renkli bir kalem idi. Babam bu kalemlerden bir kutu almıştı. “Bunlar iyi kalite, Çekoslovak malı” demişti.

Kalem kutusunu dolabında saklardı. Yaza yaza, aça aça küçülen, artık elde tutulamayacak boyutta olan kalemler için bir de “uzatma aparatı” vardı. Bir süre de küçülmüş kalemi bu aparata takar kullanırdık. Artık bu aparat da işe yaramadığında “Kalemim bitti” deyip babamın yanına giderdim. O zaman kilitli dolabı açar, kutudan bir kalem verirdi.

Yazı dersinde mürekkep ile yazı yazardık. Divit ve hokka kullanırdık. Piyasayı Çin veya Japon malı ucuz küçük dolmakalemler alınca, dolmakalem kullanımı da yayıldı. Benim de böyle bir dolmakalemim oldu. Ancak ortaokulda Türkçe öğretmenimizin (Mustafa Dönertaş) siyah ve yeşilli kalın dolmakalemine imrenirdim. Notu kıt, ama değerli bir öğretmen idi. “Benden ilk tam numarayı, 10’u alacak öğrenciye bunu hediye edeceğim” demişti. Bu bana büyük motivasyon olmuştu ve bunu başardım. “Dolmakalem kişiye özeldir. Bu kalemin ucu benim yazışıma alışmış durumda. Sana yenisini alacağım” deyip bana, kendisininkinin aynısı, yeni bir dolmakalem hediye etti. O kalemle çok günlükler doldurdum, çok şiirler yazdım.

Dijital dünya

Şimdi dijital çağdayız. Bilgisayar her yere girdi. Ama ben tümüyle dijital olamıyorum. Örneğin, gazete yazılarımı bilgisayarda yazıyorum. Ancak yazımı yazmadan önce planlamasını defterimde, dolmakalemim ile yapıyorum. Kalemle daha yaratıcı olduğuma inanıyorum. Bir kitap veya makale okuduğumda deftere not alıyorum. Yazarsam, daha iyi öğrendiğimi ve öğrendiklerimin daha fazla aklımda kaldığını görüyorum. Kısaca yaşamımdan kalem ve defter çıkmadı.

Sonuç

Kırtasiye ürünlerinden alınan katma değer vergisi (KDV) oranının %8’den, %18’e çıkacağı haberini görünce yukarda anlattıklarım aklıma geldi. Aslında okuyanı-yazanı, bu kadar dışlıyorsak, bu vergi de yetmez. Üstüne bir de “Özel Tüketim Vergisi” (ÖTV) konulmalıdır.

Halbuki eskiden okuma yazmaya; okuyana, yazana ne kadar değer verirdik… Örneğin, halkın türküleri bile bunu yansıtırdı: “Yol üstüne kurdum kara kazanı/Ben isterim okuyanı yazanı”. Şimdi ise, adeta cehaletle övünüyor ve cahilleri baş tacı yapıyoruz. Nasıl böyle olduk?

Not: Okuyanın ve yazanının eksilmediği, değer gördüğü bir ülke dileğiyle… Sağlıklı ve mutlu bir yıl dilerim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sülale boyu nepotizm 24 Ekim 2019
Müşteriden misafire 12 Eylül 2019