Yok mu artıran?
Yıl 1991, seçim öncesi tütün için her parti bir vaatte bulunuyor. Noktayı rahmetli Süleyman Demirel koyuyor:
“Kim ne veriyorsa ben 5 fazlasını veriyorum.”
Demirel’in “5 fazlası” derken kastettiği 5 bin liradır, para bol sıfırlıdır o yıllarda.
Seçimden galip çıkan Demirel sözünü tutuyor. Yüksek fiyattan dünyalar kadar tütün alınıyor; ama bu tütün elde kalıyor ve bir rivayete göre de yakılıyor.
Tütünle hiç ilgisi olmayan milyonlarca insanın cebinden maharetli bir şekilde para alınmış, tütün üreticisine ödenmiştir.
Hep yapıldığı gibi; hala da yapılmakta olduğu gibi... 24 Haziran’a giderken de aynısını yaşıyoruz işte. Ne vaatler sıralanıyor, ne vaatler! Vaatler iyi hoş da, pek kaynak yok ya da rakipleri fikirlerini çalmasın diye kimse kaynağı nasıl yaratacağını söylemiyor.
Ah şu aflar!
Önce getirilmekte olan şu aflara değinmekte yarar var. Eğer iki kişi aynı suçu işlemiş ve bir para cezası ile karşı karşıya kalmışlarsa, bu kişilerden biri “Ne olur ne olmaz, cezam daha da katlanır” diye ya da “Bu ceza başıma iş açar” diye veya başka bir nedenle yükümlülüğünü zamanında yerine getirmişse, diğer kişi ise “Boş veeer” demiş, “Nasıl olsa gün gelir affederler” diye yaklaşmışsa, biz işte bu aflarla dürüst vatandaşı cezalandırmış olmuyor muyuz?
Bu durum iki sakınca doğuruyor. Birincisi belirttik, dürüst vatandaş cezalandırılıyor. İkincisi ve belki daha önemlisi toplumdaki af beklentisi daha da körükleniyor ve cezasını ödeyen dürüst vatandaştan diğer kesime kaymalar başlıyor.
Aflar birbirini izliyor, hatta hızını alamayan bazı siyasilerimiz, “Biz şimdi affedelim, ama aynı usulsüzlüğü daha sonra yapana hapis cezası verelim” diyebiliyor. Öyle anlaşılıyor ki bu görüşü dile getirirken o koltukta bu dünyadan ayrılana kadar kendisinin oturabileceğini sanıyor, bu yüzden de af sonrası dönemi değişmez zannettiği bir hükme bağlıyor. Yarın o koltuktan kalkmak durumunda kaldığında yerine gelecek kişinin de benzer bir af çıkaracağını nedense hesaba katmıyor.
Vaatler, vaatler
24 Haziran’a şunun şurasında bir buçuk ay kaldı ve “Benim vaadim senin vaadini döver” dercesine vaatler havada uçuşuyor.
Öyle vaatler sıralanıyor ki, “İyi de para nereden, kaynak nereden” diye sormadan edemiyor insan.
Bu konuya birkaç gün önce sevgili Atılım Hocam (Atılım Murat) değindi. Ama konu öylesine önemli ki bir kez de biz ele almak istedik.
Hükümet bir yandan bir dizi af öngörüyor, bir yandan da vaatlerini sıralıyor. Muhalefet de yarışta geri kalmamak istiyor ve onlardan da peş peşe vaat açıklamaları geliyor.
CHP adayı Muharrem İnce gençlere 19 Mayıs ve 29 Ekim’de 500’er lira vermeyi vaat ediyor. Tüm sınav ücretlerinin kaldırılacağını da. Bunlar en görünür vaatler. Devamı gelecektir. İnce, parayı nereden bulacağını dile getirirken de sarayın ışıklarını kapatıp tasarruf edeceğini söylüyor.
Bunlar hoşa gidiyor, vatandaş nezdinde geri dönüşü oluyor ama keşke bizim ekonomik sorunlarımız gençlere yılda bin lira vermekle çözülebilecek kadar basit olsa...
Gençler yılda bin lira alınca ihya olmazlar, onlara iş lazım. Peki iş nerede, iş alanları nasıl yaratılacak?
İyi Parti adayı Meral Akşener, Demirel’i anımsatan bir süre vererek ilk 100 gün içinde Türkiye Dayanışma Fonu’nu kuracaklarını ve 30 Nisan 2018 itibarıyla borçları takibe alınmış 5 milyon vatandaşın tüketici kredisi, kredi kartı ve kredili mevduat hesaplarından borçlarını satın alacaklarını söylüyor.
İyi güzel de, borcunu zamanında ödeyenler; hem de para içinde yüzdüğü için değil, borcuna sadık olduğu için kendini zorlayarak ödeyenler, cebinde kredi kartı olduğu halde ödeme gücünü dikkate alıp kartına başvurmayanlar... Onların günahı neydi?
Peki ya kaynak?
Hadi yükümlülüğünü zamanında yerine getirmiş vatandaş “enayiliğine doymasın” diyelim; peki bütün bunlar için parayı nereden bulacağız?
Para bassak, enflasyon azar. Bütçe harcamalarını artırsak Hazine’nin açığı kapatmak için daha çok borçlanması gerekir, daha çok borçlanma daha yüksek faiz vermeyi gerektirir, bu da bir süre sonra enflasyon olarak geri döner.
Kaynaklar hesapsız biçimde cari harcamalara aktarılmaya başlanırsa bu durum günü kurtarmaya çalışmaktan öteye geçmez; hiçbir alanda kalıcı bir iyileşme söz konusu olamaz.
İçinde bulunduğumuz durumu çok iyi özetleyen bir fıkra var da, “yerimiz dar(!)” yazamayız. Aktarılan bu paralar, bir şekilde hepimizden geri alınır. Farkına bile varmayız bunun.
Yeni vergiler de gelir, enflasyon da artar, cebimize giren üç kuruş için sevinirken bir de bakarız ki beş kuruş çıkıp gitmiş. Hadi bir kesim üç geldi beş gitti diye avunur, ama bir kesim gelen hiç gelmediği halde beş gittiği için karalar bağlar, bağlamalıdır.
Vatandaşı rahatlatmak iyi de...
Bizim temel sorunumuz geçici iyileştirmelerle vatandaşı rahatlatmak olamaz. Çok büyük ve köklü sorunları var Türkiye’nin. Vatandaş adaylardan asıl bunları duymayı istemeli.
Adaylar vatandaşın huzuruna bir seferlik, birkaç seferlik katkı verecek önlemlerle değil kalıcı refaha götürecek gerçekçi vaatlerle çıkabilmeli.