Yoğurt kesmek için bıçak bilemek
Geçen hafta taşeron ihtiyaç saptama çalışmalarına dayanarak şirketlere kaynak aktarımı modeline bir bakmıştık. Okurlarım hatırlayacaklardır, devletin direkt olarak şirketlere kaynak aktarmasını kuramsal açıdan sakıncalı gördüğümüz gibi, bunun neden uygulanamayacak bir model olduğunu da tartışmıştık. Sonuçta bazı devletlerin biz yapmamalıyız-yapamayız diyerek bu işi taşeronlara bırakmaya karar verdiğini söylemiştik. Gelgelelim bu yaklaşımın da devlete taşeron seçimi, denetimi ve teşhisin finansmanı konularında iş çıkarttığından bahisle, "...devletin gereksiz ve faydası masrafını haklı kılmayacak bir şekilde büyümesinden ve kerameti kendinden menkul kadrolar yaratmasından başka bir işe yaramaz" demiştik.
Bu arada tekrar hatırlatayım bu yazıları Türkiye'deki uygulamaları referans alarak yazmıyorum. Kinayeli yazarım ama ima etmem. Yazarsam neyi ve kimi referans aldığımı da yazarım. Okur da bilir, referans alınan da.
Şimdi bu taşeron sistemleri neden çalışmıyor ona bakalım. Önce taşeron uygulamasının doğru bir uygulama olduğuna inandığımı söyleyeyim de, eğer aksine bir kanı uyandıysa düzeltmiş olayım. Devlet eğer ille de kaynak aktaracaksa bunun başka yolu yoktur. Bu tek yoldur ama iyi niyetle döşenen taşları kolaylıkla Cehennem'e gidebilir.
Geçen yazımda bu modelin iki büyük sorununa değinmiştim: (1) Yetkili taşeron firmalar nasıl seçilecek, bunların yetkili olup olmadığına kim nasıl karar verecek?; (2) Firmanın yaptığı iş denetlenecek mi, yoksa bir kere yetkili ilan edildiyse ondan sonra raporu olduğu gibi mi kabul edilecek? Denetlenecekse bunu kim nasıl yapacak?..
Bu hafta bu iki sorunla beraber düşünülmesi gereken ve aslında bu sorunların cevabını da içeren bir başka soruna değineceğim: Doktorun iyisi nasıl anlaşılır?
Şimdi "Ne alaka?" diyorsunuzdur, açıklamaya çalışayım. Geçen hafta şirketlere kaynak aktarımı için görüşlerine başvurulacak taşeron uzmanlar uygulamasını Sağlık Bakanlığı'nın "İlaç yardımı istiyorsanız doktor reçetesi getireceksiniz" uygulamasına benzetmiştim. Düşünürseniz aynen öyledir. Sağlık bakanlıkları, sosyal güvenlik kurumları kişilere ilaç yardımı yapmadan önce ABD'de adı sanı belli bir doktorlar listesinden, Türkiye'de belli kurumlardan seçilecek doktorlardan reçete isterler. Haklıdırlar tabii. Ne bilsinler vatandaşın sahiden o ilaca ihtiyacı olduğunu. Bir uzmanına soracaklar elbette.
Bu bakanlıklar ve kurumlar doktorları nasıl seçiyorlar? Neye bakıyorlar? İlk bakışta garip gelebilir ama hemen her ülkede kullanılan seçim kriterleri aynı. En azından ilk kriter bütün dünyada değişmiyor: Reçete yazacak uzman/eksper doktor olmalı. Yani kasap, bakkal, müteahhit değil, tıp derecesi olan bir doktor olmalı. Söz gelimi benim de ünvanımda "doktor" yazıyor ama tıp derecemden dolayı değil. Yani ben ilaç reçetesi yazamam. Bu bakımdan Sağlık Bakanlığı'nın bir rahatlığı var. Söz gelimi 75 milyonluk Türkiye'den 74.9 milyonu bir kalemde eleyebilirler, çünkü ülkede 115 bin cıvarında doktor var. Geriye kalıyor bu 115 bin kişiden uzman seçmeye. Onların sayısı da 70 bin kişi falan. Peki Sağlık Bakanlığı'nın bir uzman doktorla diğer uzman doktor arasında seçim yapmak için başka bir şeye ihtiyacı var mı? Coğrafi dağılım, hastane bağlantısı, falan haricinde yok. Olmaması da lazım. Peki bu doktorların teşhislerinin doğru olup olmadığının denetlenmesi yapılmalı mı. Eh! Bir dereceye kadar belki yapılır ama ona da pratik bir çözüm yok. Yasa dışı iş yapmadıkları sürece teşhislerinin doğru olduğu varsayımıyla hareket edilir. Yanlış teşhisler olursa dava konusu olur. Orada da meslekdaşları karar verir yapılan iş doğru mu eğri mi. Sağlık bakanlıkları veya sosyal güvenlik kurumlarında şişinen çok adam bulabilirsiniz ama "ben iyi doktoru seçmesini bilirim" gibi bir iddia ile şişinen adam bulamazsınız. Adama gülerler.
Şimdi gelelim şirketlere "ihracat yapsınlar, daha rekabetçi olsunlar" diye kaynak aktarmaya ve bunu taşeronlara yaptırmaya kalkan devlet kurumlarına. Ben bu işi yaparım diye heveslenenler (işin ucunda iş ve para var; doğal olarak heveslisi bulunur) arasında "sen yapabilirsin, sen yapamazsın" diye değerlendirme yapabileceğini sanan babayiğitler her yerde çıkar. Bu cesur kişilerin hazırladığı bir sürü değerlendirme formu gördüm. Bunlar hemen her zaman danışman ve danışmanlık firmalarının envanterini çıkartmak amacına yönelik bir anketten öteye gitmeyen uzun ama yüzeysel formlardır. Sorar da sorar. O da yetmez "işletmecilik" konusunda sanki bilinen doğrular varmışçasına teknik soruşturmalar bile yaparlar. Söz gelimi, "Şirket şu metodu bu tekniği kullanmasını bilecek" gibi ihale şartları koyarlar. Ne kadar bilgiç görünürse o kadar bilimseldir!! Bu formlar. Kimse "Bu kadar iş neden yapılıyor? Acaba gerek midir?" diye sormaz. Yoğurt kesmek için en keskin bıçak aranır.
Hevesliler bunları doldurur, biri de bunlara bakarak ya "sen yap, sen daha pişmemişsin yapma" ya da "gönlümüz zengin, hepiniz yapın" der. Sen yapamazsın denilen mahkemeye gitse de "Neden kardeşim? Ben hakkımı yedirmem" dese de derdini anlatamaz. Nasıl anlatacak bu işin mutlak doğruları yok ki. Sonunda bir "akredite?" liste çıkar. Çıkar ama yine de bu kişi ve firmaların yaptıkları iş denetlenmez, denetlenmesi istense bile bunu yapacak uzman bulunmaz, bulunsa bile astarı yüzünden pahalıya gelir. Bu tür çabaların başarısız olmalarının bir başka nedeni daha var. Onu da haftaya tartışırız.
Sağlıcakla kalın