Yoğun ve sıcak bir yaz

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Dünya ekonomilerinden gelmeye başlayan olumlu sinyaller, Türkiye açısından oldukça karmaşık potansiyel sonuçlar yaratmaya aday görünüyor. Öncelikle bu krizden, şu ya da bu yöndeki küresel gelişmelerin bizim için otomatik olarak olumlu ya da olumsuz sayılamayacağı, sonucun büyük ölçüde bizim uyum yeteneğimize, yapısal esnekliğimize ve doğru stratejileri üretme kapasitemize bağlı olduğu dersini çıkarmış olmalıyız. Nitekim finans sistemindeki çöküntünün dışında kalmamıza rağmen küresel daralmanın reel sektörümüz üzerindeki yıkıcı etkisi, temel madde fiyatlarında düşüş ve çaresiz görünen cari açık darboğazının ortadan kalkması gibi makro planda rahatlatıcı sonuçlarla aynı zamanda gerçekleşti. Başta ABD olmak üzere batı ülkelerinde kamu yönetiminin değişen dozlardaki müdahaleleri, ardından küresel müdahalenin koordinasyonu için G-20'nin devreye girişi ve IMF'nin (ve diğer uluslararası kuruluşların) işlevlerinin ve olanaklarının dönüştürülmesi, bir yandan eski düzendeki asimetrik dengelerin bozulması anlamında fırsatları, diğer taraftan yeterince hızlı davranamayan ve yeterince uyum gösteremeyen ülkeler için yeni tehditleri gündeme getiriyor.

Stratejik program ve değişen koşullar

Bu köşede son zamanlarda hep vurguladık, bizim bir numaralı önceliğimiz, bütün iç ve dış parametreleri, konjonktürel ve yapısal değişkenleri dikkate alan üç-beş yıllık yani orta vadeli bir ekonomik ve mali program çatısını kurmaktır. IMF ile bir yıldır görüşülen yeni anlaşma, ancak bu bağlamda düşünülmesi gereken ve şekillendireceğimiz programa yapacağı katkı yönünden ele alınacak stratejik bir tercih olarak değerlendirilmelidir.

Anlaşılan o ki IMF de, G-20 düzeyinde belirlenen yeni politika çerçevesi içinde, anlaşmanın kotarılması için, resmen açıklanmamış bile olsa böyle bir programın temel unsurlarını göz önüne alacaktır. Sürecin sonucu ise, hem bizim hem IMF'nin değerlendirmeleri arasında bir buluşma olup olmayacağına göre belirlenecektir. Konuya böyle bakmak, bizi, sıkça yapıldığı gibi iki yönde yapılacak abartılı yargılardan ve yorumlardan korur.

Cari açık tehdidinin yerini bütçe açığına bıraktığı yeni dönemde IMF ile anlaşmanın doğru olup olmadığı, biraz da zamanlamaya ve henüz net bir program şekline dönüşmemesine rağmen temel politik tercihlere bağlı. Geçen yaz sonunda yani krizin başında Türkiye "kendi programını ve stratejik planını hazırlamak fakat IMF ile anlaşmamak" tercihini açık bir şekilde yapma bakımından daha rahat konumdaydı. Ancak her iki konuda da tereddüt ve belirsizlik, kamuoyunda ve piyasalarda algılamayı değiştirdi. Bu arada 2009'da baş gösteren durgunluğa karşı dolaylı vergi indirimleriyle iç talepte sağlanan canlanma, stokları eritti. Ne var ki yeniden üretim, artık küresel toparlanmanın başladığı, petrol ve temel madde fiyatlarının yükseldiği, dolayısıyla enflasyonist eğilimlerin yeniden kıpırdandığı ve faiz indirimlerinde ellerin pek rahat olamayacağı koşullarda yapılacak. Üstelik Türkiye'nin, Batılı gelişmiş ülkelerden farklı olarak yapısal sorunları var ve iç dinamikleri yeterince güçlü değil.

IMF konusuna nasıl bakmalı?

Yine de kuşkusuz "Türkiye kayıtsız şartsız ve ilanihaye IMF'ye muhtaçtır" denemez. Çünkü bu, aynı zamanda, ülkenin ekonomik statükosunun yani yapısal darboğazlarının ilanihaye devam edeceğini varsaymak olur.

Ancak geçen hafta özel bir görüşme yapma imkanı bulduğum saygın ve açık sözlü Amerikalı iktisatçı profesör Hanke gibi "IMF ile anlaşmanın kredibilite açısından pek de olumlu olmayacağı" gibi daha çok yapısal sorunlarını çözmüş ekonomiler için geçerli genel doğrulardan hareketle karar vermek de riskli. Nitekim Hanke de kamu borçlanmasındaki artışın faizler üzerinde baskı oluşturacağı tehlikesini ve reel faizin hâlâ çok yüksek olduğunu kabul ediyor. Ve Türkiye'nin büyüme için kaynak yaratacak bir program ile iç ve dış çevrelere güven vermesi gerektiğini vurguluyor. Bizim iktisatçılarımızdan bazılarının, mesela Asaf Savaş Akat'ın da IMF anlaşması konusundaki olumsuz tezleri, yukarıdaki paragrafta özetlediğimiz  "değişen koşullar" nedeniyle, ihtiyat ile değerlendirilmek zorunda.

Büyüme stratejisi ve kaynak sorunu

Her hal ve durumda önümüzdeki yaz bizim için çok kritik ve sıcak bir mevsim olacak. Hem orta vadeli stratejik programımızı tamamlayıp eksik taşları oturtmamız, hem de bu program ile kurgulanan büyüme için kaynak sorununa -IMF de dahil olmak üzere- çözüm bulmamız gerekiyor. Biz büyümeyi bazılarının düşündüğü gibi stratejik bir tercih değil, gittikçe artan işsizlik derdimiz yüzünden bir zorunluluk olarak görüyoruz. İhracatın yerine iç talebin öne çıktığı konjonktür de işi karmaşıklaştırıyor.

Ev ödevimizin ilk bölümü yani temel ekonomik hedefler ve mali performans kriterleri açısından çalışmaların büyük ölçüde sonuçlandırıldığı anlaşılıyor. Bu çerçevede yatırımları yönlendirip hızlandıracak teşvik sisteminin uygulama ve esaslarını içerecek Bakanlar Kurulu kararı da yakında açıklanacak. Sistemin getireceği vergi avantajından, yatırım projelerinin tamamlanmasından sonra yararlanılması, mevcut durgunluk konjonktürü ile bağdaşmıyor. Yürürlükten kalkan yatırım indiriminde olduğu gibi yatırımın başlangıcından itibaren vergiden indirim imkanı sağlanmasında ve bu arada yeni sisteme uyan eski teşvik belgeli yatırımların da kapsama alınmasında, güven ve motivasyon yaratılması açısından yarar var.

Kolay değil ama böyle bir dönemde dahi vergi sistemi bakımından da stratejik seçimlerin olgunlaştırılması ve epeydir bekleyen Gelir Vergisi Kanunu'nun makul oran ve yaygın taban esası üzerinde yenilenmesi doğru olacak…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019