Yine teğet geçmedi
2007 sonrasında Türkiye ekonomisinde büyümenin sorunlu hale geldiğine hep işaret ediyorum. Buna kendimce bir isim de buldum. “Büyüyememe” sorunu diyorum bu inatçı durgunluğa. Tanım olarak da potansiyel büyüme hızının altında bir hıza inmek olarak tanımlıyorum bu durumu. Aslında birçok ülkede olduğu gibi bizde de büyümenin bir alt lige düşmesinin başlangıcını 2008 yılındaki finansal çöküşe koymak gerekir. Özellikle Lehman Brothers gibi büyük bir mali kurumun iflas ederek (ya da iflasa zorlanarak !) piyasayı terk etmesi olayı daha sonra küresel düzlemde ortaya çıkan büyüyememe sorununun miladı olarak kabul edilebilir.
Biz de herkes gibi küresel ölçekte patlayan krizden etkilendik tabii. 2008 de başlayan yavaşlama sonraki sene resmen gerilemeye döndü. 2009 yılında büyüme oranı negatif oldu. Yılın ikinci çeyreğinden yıl sonuna kadar bu durum devam etti. Hızda yavaşlama hatta negatife dönme küresel sistemin merkezinde patlayan krizden kaynaklanıyordu. Tekil ülke olarak yapacak fazla bir şey yoktu. Ama yine de krizden etkilenme dozu ülkeden ülkeye değişik dozlarda oldu. Kimileri süreci iyi idare etti. Bana kalırsa hemen kamu harcamalarının vanasını açmak, yanına da merkez bankası hortumunu koymak o günün koşullarında yapılabilecek en etkili müdahaleydi. Bazı ülkeler ise daha tereddütlü davrandı. Pek fazla bir şey yapmadan ünlü “piyasa mekanizmasının” işlemesini ve sorunu çözmesini beklemeyi yeğledi. Biz fazla hareket etmeyen gruba yakın durduk. Sanki yolunu bulamamış gibi bir halimiz vardı başlangıçta. Daha çok kalbe kuvvet gibisinden sözel muamele ile işi idare ettik. Bunlardan bir tanesi o dönemden bize kalan armağan gibi dilimize yerleşti. Fırtınanın en sert estiği noktada biz “merak etmeyin teğet geçecek” diye avunmayı tercih ettik.
Teğet geçmedi tabii. Teğet geçmesine geçmedi ama sorun çabuk aşıldı. 2010 ve 2011 yılları Türkiye ekonomisinin yüksek büyüme hızlarına çıktığı yıllar oldu. O tarihten bu yana, sürekli potansiyelimizin altında kalmamıza rağmen, büyümemiz hiç pozitif büyümenin altına inmedi. Küçülmedik yani. Kısmet bugüneymiş. Yeni açıklanan 2016 yılı üçüncü çeyrek GSMH verileri bu dönemde büyüme hızımızın eksi 1.8 olduğunu gösteriyor. Yani yılın üçüncü üç ayında ekonomimiz yüzde ikiye yakın bir oranda küçüldü. Hatırlayanlarınız vardır. Yakın zaman kadar ekonominin bu dönemde yüzde 2 civarında büyüyeceği gibi bir beklenti vardı. Kimileri de hızın bu düzeye çıkamayacağını savunuyordu. Beklentileri yatıştırma aracı olarak yine “merak etmeyin teğet geçecek” söylemi kullanıldı. Verilerin açıklanacağı güne doğru beklenti yüzde 0.3 düzeyine kadar gerilemişti. Teğet söylemi bu defa da işe yaramadı. Yüzde 0.3 ü bile tutturamadık.
Türkiye ekonomisi uzun zamandır (25 çeyrek dönem kadar) “yetmez ama olsun” kabilinden, düşük hızda da olsa, büyüyordu. Bu defa sert bir fren oldu. Negatif büyüme (küçülme) gündeme geldi. Bunun nedenleri, çıkış yolları falan epey tartışılacaktır her halde. Kendi adıma bunun 2008 de olduğu gibi sistemin merkezinden yansıyan bir durum olduğu kanısında değilim. Dünyanın hali de hal değil kuşkusuz. Kürenin de öyle büyümeyi teşvik eden bir hali yok. Ama yine de negatif büyümeyi dayatan bir hal de söz konusu değil. Bizi küreden ziyade yerel, bölgesel koşulların etkilediği söylenebilir. Ama bu da yeni bir durum değil. Bölgede olumsuz koşullar uzunca bir zamandır devam ediyor. 2016 yılının üçüncü üç ayında aniden ekonomiyi ve büyümeyi negatif etkileyecek yeni bir durum tarifini buradan çıkartma imkanımız yok.
O zaman dönüp kendimize bakacağız. Ne yapıp ( ya da yapmayıp) büyümeyi böylesine kilitlediğimizi araştıracağız. Kendi adıma hem yapıda hem politikalarda hem de politikaların uygulanış tarzı ve zamanlamasında büyümeyi kilitleyen özellikler olduğunu düşünüyorum. İşin bu yanına tekrar döneriz. Şimdi tek bir örneğe işaret etmekle yetineceğim. Büyüme kapasite büyüterek sağlanan bir şeydir. Yeni kapasite de fiziki yatırımla sağlanır. Bunu da refleksleri sağlam, ileriyi görebilen ve gereğince fonlanan özel sektör aktörleri gerçekleştirir. Türkiye ekonomisinde son üç yılda özel sektör yatırımlarının giderek azaldığını ve yok mesabesine indiğini hepimiz biliyoruz. Yatırımların daha çok inşaat alanına yönlendiği de malumumuz. Bu koşullarda büyümenin hız kesip, negatife döneceğini öngörenlerin sayısının arttığını da gözlemliyoruz. Bütün bunlara pek kulak asan olduğunu da sanmıyorum doğrusu. Bu koşullarda büyüme muhasebesinin iyi yapıldığını, büyümenin iyi yönetildiğini söylemek mümkün mü?