Yine seçimler ve koalisyon üzerine
Geçen haftaki koalisyonla ilgili yazımıza Gandi’nin “sıkılmış yumrukla el sıkılmaz” özdeyişiyle başlamıştık. Anlaşıp el sıkışmak için de tarafların birbirlerini güvenmeleri gerekiyor. Antik toplumlarda elin açılması muhatabına güvenildiğinin bir işareti olarak kabul ediliyordu. Böylece kişi karşısındakine elinde vurucu kesici bir şeyin olmadığını gösteriyordu. Muhatabına, “bana bak” diyerek şu mesajı veriyordu: “Elimde sana zarar verecek bir şey yok, bana güvenebilirsin.” Her gün defalarca dile getirdiğimiz Farsça kökenli bir selamlaşma sözcüğü olan “merhaba”nın da, “benden sana zarar gelmez” anlamına geldiğini biliyoruz.
Yine geçen haftaki yazımızda, demokrasi tarihimizde gerçekleştirilen memleketimiz için en hayırlı koalisyonun 1961 seçiminden sonra kurulan dört koalisyondan birincisi olan CHP-AP arasındaki büyük koalisyon olduğu kanaatimizi belirtmiştik. Bu sayede ülkemizin 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra tekrar demokrasi rayına yerleştirilmesinde bu koalisyonun çok etkili olduğu değerlendirmesini yapmıştık.
Sonunda, “keşke CHP ile AP arasında bir büyük koalisyon olsaydı!” diyebileceğimiz 1973 ve özellikle de 1977 seçimlerini değerlendirmiştik. Öyle olsaydı, herhalde 12 Eylül 1980 askeri darbesi yaşanmazdı ülkemizde.
Bugünkü yazımızda demokrasi tarihimizde gözardı edilmemesi gereken 1957 ve 1969 seçimlerindeki ilginç bir özelliğe değinmek istiyoruz.
Demokrat Parti (DP) 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimde oyların yüzde 52.68’ini alarak tek başına hükümet kurmuştu. Dört yıl sonra, 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan seçimde oylarını 5 puan artırarak yüzde 57.61’e çıkardı. Bu oran Türkiye’nin demokrasi tarihinde bir siyasi partinin ulaşabildiği en yüksek oy oranı oldu.
DP’nin bu büyük seçim başarısı sonraki süreçte maalesef devam ettirilemedi. 1954 seçim başarısından 1-1.5 yıl sonra parti içinde anlaşmazlık konuları çıkmaya başladı. Sonuçta, 20 Aralık 1955 tarihinde, DP’den ayrılan 19 muhalif milletvekili Hürriyet Partisi'ni (HP) kurdu. Partinin kurucuları arasında ileriki yıllarda önemli bir siyasetçi olarak politik hayatını CHP’de sürdüren Turan Güneş de vardı.
HP 1957 seçimine CHP ve CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) ile ittifak yaparak girme imkanı aradı. Ancak DP iktidarı seçim yasasında bir değişiklik yaparak seçimlerde partiler arasında ittifak yapılmasını engelledi. DP 1957 seçiminde de tek başına iktidarda kalmanın yollarını oluşturmaya çalıştı.
Sonuçta DP 1957 seçiminde de iktidarını sürdürdü. Ama oyları 1954 seçimine göre 10 puan düşerek yüzde 47.88’e geriledi. 1957 seçiminden sonra Türkiye’nin politik hayatı bir düzene giremedi. Partiler arasındaki cepheleşmeler ülkedeki gerginlikleri artırdı. Sonuçta DP iktidarı 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle son buldu.
Hürriyet Partisi'ne gelince. 1957 seçiminde ancak yüzde 3.84 oy alabilen HP seçimden 13 ay sonra, 14 Kasım 1958 tarihinde toplanan olağanüstü parti kurultayında partinin feshine ve tüm mal varlığının CHP’ye devredilmesine karar vererek politik hayatını noktaladı.
DP’nin 1957 seçiminde oylarının 1954 seçimine göre 10 puan düşmesine rağmen yüzde 47.88 oy oranıyla tek başına iktidarı ne partiye ne de Türkiye’ye yaradı. Acaba 1957 seçimi sonrası ülkeyi 27 Mayıs 1960 darbesine götüren süreç değiştirilebilir miydi? Acaba burada da bir “keşke”miz var mı? Oy oranı bir önceki seçime göre önemli ölçüde azalarak yüzde 50 oranının altına düşen bir partinin tek başına iktidarı nasıl değerlendirilmeli?
Türkiye benzer bir olayı 1969 yılı seçiminden sonra da yaşadı.
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra yapılan 1961 yılı seçiminde kapatılan DP yerine kurulan Adalet Partisi (AP) oyların yüzde 34.78’ini alarak ikinci parti olmuştu.
AP 1965 yılında yapılan seçimde oy oranını 18 puan artırarak yüzde 52.87’ye çıkardı. Çok büyük bir başarı sağladı.
AP bu başarısını 1969 seçiminde devam ettiremedi. 1957’de DP’nin başına gelen bu kez AP’nin başına geldi.
1969 seçiminde DP’nin oy oranı 6 puanı aşan bir düşme ile yüzde 46.53’e geriledi.
AP oylarındaki bu gerileme parti içindeki bazı rahatsızlıkları da su yüzüne çıkardı. 1965, 1967 ve 1969 yıllarında üç kez TBMM Başkanı seçilen Ferruh Bozbeyli ile yine partinin ağır toplarından Saadettin Bilgiç’in de içinde bulunduğu 41’ler olarak adlandırılan bir grup AP’den ayrılarak Demokratik Parti'yi kurdu. 69 kurucu üyeyle politikaya giren Demokratik Parti kurucuları arasında Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, Adnan Menderes’in oğulları Yüksel ve Mutlu Menderes de bulunuyordu.
Sonunda 1950’li yıllarda Hürriyet Partisi ile DP’nin yaşadığı durum bu kez, 1960’lı yıllarda Demokratik Parti ile AP’de yaşandı. 12 Ekim 1969’da yapılan seçimden tam 17 ay sonra burada da süreç bir darbe ile, 12 Mart 1971 askeri darbesiyle noktalandı. AP’nin 1969 seçiminde gerçekleştirdiği tek başına iktidar ne kendisine ne de Türkiye’ye yaradı. Acaba burada da yukarıdaki değerlendirmemiz geçerli mi? Burada da bir “keşke”miz var mı?
1973 ve 1977 seçimlerine ilişkin “keşke”lerimizi geçen haftaki yazımızda dile getirmiştik. 1973 ve hele hele 1977 seçimi oluşturulacak CHP ile AP arasındaki bir büyük koalisyon herhalde ülkeyi 12 Eylül 1980 askeri darbesine götüren süreci engellerdi diye düşünüyoruz.
1950’li yıllarda DP’nin ve 1960’lı yıllarda da AP’nin başına gelen benzer bir süreç 1980’li yıllarda da Anavatan Partisi’nin (ANAP) başına geldi. 1983 seçimine yüzde 45.14 oy alan ANAP’ın oy oranı 1987 seçiminde 9 puana yakın düşerek yüzde 36.31’e geriledi. Fakat ANAP o dönemdeki seçim sistemi ile bu oy oranına rağmen tek başına iktidarını sürdürdü. Ama ileriki yıllarda o da başarılı olamadı. ANAP’ın oy oranı 1991 seçiminde yüzde 24.01’e, 1995 seçiminde yüzde 19.65’e ve 1999 seçiminde de yüzde 13.22’ye kadar geriledi. 2002 seçiminde ise oy oranı yüzde 5.13’e düşen ANAP yüzde 10’luk seçim barajını aşamadığı için için parlamento dışında kaldı.
Görüldüğü gibi oy oranını önemli ölçüde artırarak büyük başarı sağlayan partilerimiz bir gerileme ve daralma sürecine girdikten sonra kurdukları tek başına iktidar hükümetleri ile başarılı olamıyorlar. Daralma süreci devam ediyor. DP ve AP’de bu süreç iki askeri darbeyle sonlandı. ANAP’ı da politik arenanın dışına çıkardı.
2002’den sonra aynı durumla Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) karşı karşıya kaldı. 2002 seçiminde yüzde 34.28 oy oranıyla tek başına iktidar olan AKP’nin oy oranı 2007 seçiminde 12 puan artarak yüzde 46.58’e ve 2011 seçiminde 4 puana yakın daha artarak yüzde 49.95’e çıktı. Ama son olarak 15 Haziran 2011 seçiminde 9 puan düşerek yüzde 40.98’e geriledi. AKP’nin şansı bu gerileme sürecine tek başına bir iktidar olarak değil, bir koalisyon hükümeti kurma zorunluluğuyla girmiş olması. Bu zorunluluk muhakkak ki AKP’nin bir özeleştiri yaparak kendisini iyice değerlendirmesini sağlayacaktır. Sonuçta 7 Haziran 2015 seçimi getirdiği koalisyon zorunluluğuyla sadece AKP’nin değil Türkiye’nin de şansı olabilecektir. Umalım ve dileyelim ki 1950’li, 1960’lı ve 1970’li yılların askeri darbeler gibi demokrasi dışı yollardan demokrasi sürecinin engellenmesi ülkemizin bir kaderi olmaktan çıksın!