Yılbaşı piyangosu kuyruğu mu uzun, teşvik kuyruğu mu?
DÜNYA okurlarının yeni yılını kutlar, 2016 yılının ülkemize ve tüm dünyaya barış ve huzur getirmesini dilerim.
Yıl sonuna doğru bol bol izledik televizyon programlarında yılbaşı piyangosu kuyruklarını. Vatandaşlarımız bazı bilet gişelerinin önünde epeyce uzun kuyruklar oluşturuyordu. Bilet alanların çoğunun yüzünde 1 koyup 1 milyon alabilme ihtimalinin mutluluğu izleniyordu. Milli Piyango'da bilet satın alarak külfete katlanan milyonlarca kişi, büyük ikramiyeyi kazanan birkaç kişiyi çok büyük ölçüde nimetlendiriyor. Böylece kazananlar külfetlenmeden nimetlenme imkanına kavuşuyorlar. Bu arada devlet de önemli bir vergi geliri elde ediyor. Teşvik kuyruğu kavramına gelince! Bu kavramla 1950-1960’lı yıllarda sık sık gündeme getirilen bir Alman söylemini hatırlıyoruz. O yıllarda hibe niteliğindeki karşılıksız devlet yardımları için kullanılan söylem şöyle: “Sübvansiyonlar 3 mark atılıp karşılığında 1 mark alınan bir kumar makinasıdır. Ama herkes 1 mark alma kuyruğundadır. Zira 3 markı makinaya kimlerin attığı belli değil.”
Bu Alman söyleminde devletten sağlanan hibelerin gerek tek tek kişiler ve gerekse işletmeler seviyesindeki cazibesi çarpıcı bir şekilde dile getirilmekte. Külfetsiz nimet elde etmenin çekiciliği çarpıcı bir şekilde vurgulanmakta. Esasen, “devletin malı deniz, yemeyen…” gibi, başka bir ülkede olmadığını zannettiğimiz bir atasözüne sahip ülkemizde bu gerçek çok daha vurucu bir şekilde dile getiriliyor.
Herhalde atasözleri için yapılan “yarım doğrular” değerlemesi bu tür söylemler için de geçerli olsa gerek. Zira yerinde, zamanında, uygun kişi ve işletmelere iyi değerlendirilerek sağlanan devlet teşvikleri gerek ekonomik, gerek sosyal ve gerekse kültürel açılardan yararlı, hem de çok yararlı olabiliyor. Bunun birçok örneğini vermek mümkün. Örneğin 1972 yılında ilk nükleer enerji santralini ofset uygulamasıyla başlatan Güney Kore, bu uygulamanın kapsamını giderek genişletmiş ve bu teknolojiyi tamamen içselleştirmiştir. Sonuç mu? Geçen yıl Sinop ilimizde yapılması kararlaştırılan nükleer enerji santralı için teklif veren dört ülkeden biri de Güney Kore oldu. Ülkemizde de son yıllarda özellikle savunma sanayinde oFfset uygulamalarının başarılı örneklerini görüyoruz.
Evet, hangi biçim ve şartlarda olursa olsun, tüm devlet teşvikleri külfetsiz bir nimet olarak insanları, BOBİ’leri (büyük ve orta boy işletmeler) ve KOBİ’leri (küçük ve orta boy işletmeler) ile küçüklü büyüklü tüm işletmeleri, sivil toplum kuruluşlarını, sektör, şehir ve bölge temsilcileri ile tüm insanları arkasından koşturan bir uygulama. Külfetsiz bir nimete ulaşmak, vermeden almak insanlara çok çekici geliyor.
Diğer yandan da insanın bazı doğal özelliklerini başıboş bırakmamak, kişisel yararların topluma zarar verecek şekilde gerçekleştirilmesinin önüne geçmek gerekiyor. Burada, devlet teşvikleri uygulamalarında da bu gereğe uyulması hak ve adaletin, toplum mutluluğunun bir gereği. Zira ekonominin çok iyi bildiğimiz değişmeyen bir kuralı, “Her nimetin muhakkak bir külfet karşılığı” olduğunu vurgulamaktadır. Başka bir ifadeyle dünyamızda nimetsiz külfet mümkün değildir. Her nimet bir külfet karşılığında elde edilir. Toplum düzeyinde geçerli olan bu kural kişisel geçerliliğini kaybedebiliyor. Kişi, külfetini başkalarına yıkarak nimet sahibi olabiliyor. Bu kişi bir insan veya insan grubu olabileceği gibi KOBİ’leri veya BOBİ’leri ile bir işletme, bir holding veya sivil toplum kuruluşu, bir sektör veya bir şehir, hatta bir ülke bile olabiliyor. Kısaca sadece kişiler, gruplar ve işletmeler değil, bir ülke de başka bir ülkeyi veya ülkeleri külfetlendirerek külfetsiz nimet elde edebiliyor.
Devlet teşviklerinde nimetlendirilenlerle külfetlendirilenler arasına devlet giriyor. Teşviklere karar veren ve uygulayan ne nimetlenenler ne de külfetlenenler. Bu konudaki karar mercii bürokrasiyle, bakanlıkları ve hükümeti ile, parlamentosu ile devlet. Külfetlenenenler tarafında yer alanlar, teşviklerin maliyetlerine katlananlar, devlete ödediği vergilerle onu finanse eden tüm toplum. Bu finansman işlevi gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergilerle olabileceği gibi KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerle de olabiliyor. Sonuçta tüm toplum, herkes bu teşviklerin finansmanına katkı sağlıyor. Kime, hangi işletmelere veya girişimcilere, hangi sektörlere, hangi şehirlere ve bölgelere ne kadar, hangi süreyle ve hangi şartlarla teşvik sağlanacağına karar veren merci ise devlet.
Bu bağlamda akla hemen Friedman Matrisi geliyor. Yani “kendi parasını kendi ihtiyaçları için harcayanların” yer aldığı A hücresi, “kendi parasını başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak için harcayanların” yer aldığı B hücresi, “başkalarının parasını kendi ihtiyaçlarını karşılamak için harcayanların” yer aldığı C hücresi ve “başkalarının parasını başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak için harcayanların” yer aldığı D hücresinden oluşan 2x2 matrisi. Burada ekonomik etkinliğin en yüksek olduğu alan A hücresi (fiyat ve kalitenin her ikisinin de önemli olduğu, fiyat ve kalite rekabetinin sürdüğü piyasaların temsil edildiği hücre.) A hücresinde piyasaları temsil eden kuşun her iki kanadı da çok iyi çalışmakta. Kuş yükseklerde hızla uçabilmekte. B hücresinde sadece fiyat rekabeti, C hücresinde ise sadece kalite rekabeti sürdüğü için bu piyasalarda ekonomik etkinlik düşmekte. B ve C hücrelerinde kuşun kanatlarından sadece biri çalışmakta, dolayısıyla kuş iyi uçamamakta. D hücresinde ise ekonomik etkinlik en alt seviyeye inmekte. Burada ne fiyat rekabeti ne de kalite rekabeti işlememekte. Kuş hiç uçamamakta.
Teşviklere ilişkin kararları veren devlet, başkalarının parasını, topladığı vergileri harcamaktadır. Dolayısıyla vergi verenleri temsil eden toplum külfetlenenler tarafındadır. Devletin teşvik sağladığı kişi ve kuruluşlar, işletmeler ve girişimciler, sektörler, şehirler ve bölgeler ise nimetlenenler tarafındadır. Devlet vergi veren toplumu külfetlendirerek birilerini nimetlendirmektedir. Bunu uygulayan devlet başkalarının parasını başkaları için harcayan D hücresini temsil etmektedir. Burada fiyat ve kalite rekabeti ile ekonomik etkinliği sağlayan rekabetçi bir piyasa mevcut olmadığından, ekonomik etkinliği, hak ve adalete dayanan bir uygulamayı devlet bizzat kendisi sağlama durumundadır.
Teşviklerin başarısı harcanan para büyüklüğü ile değil, teşviklerin etki değerlendirmesi ile ölçülmelidir. Yürütmenin uygulamaları yasama organı ve Yargıtayı, Danıştayı, Sayıştayı ve tüm yargı organları ile denetlenip değerlendirilmelidir. Sonuçlar şeffaflık ilkesi çerçevesinde külfete katlanan toplumla paylaşılmalıdır.