Yıl 2001…
Kriz derinden hissedilmeye başlamıştı… Yatırımlar durmuş, mevcut yatırımcı da zor durumdaydı…
***
Aynı yıl…
Bir uçak dolusu gazeteci/işadamı/siyasetçi Hatay’daydık…
İskenderun’da demir çelik fabrikalarında; Erzin’de/Dörtyol’da portakal bahçelerinde; Samandağı/Yayladağı/Defne’de zeytinliklerde; İslahiye’de biber tarlalarında; Reyhanlı/Kırıkhan’da pamuk arazilerinde üreticilerle sohbet etmiştik…
***
Kriz kelimesini anmadan, “Enerji ucuz olsa, daha fazla üretir Türkiye’yi doyururuz” “Organik tarımda ilerleyebiliriz ama yüksek maliyetlere engelleniyoruz…”
“Üretmemiz istenmiyor, ithal etmemiz isteniyor” şeklinde cümleler kurmuşlardı…
***
“Su var Hidroelektrik Santral yok…
Dünyanın en fazla güneş alan şehirlerinden biriyiz, Güneş Santralları yok…
Dünyanın her en fazla rüzgar alan şehirlerinden biriyiz, Rüzgar Santralları yok…
Jeotermal potansiyelimiz var, değerlendirme yok… Bakır araziler var, işleyen yok…” diye de yapılabilecekleri sıralıyorlardı…
VELHASIL
Dün yine Hatay’daydık…
Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki’nin bölgedeki incelemelerine eşlik ettik…
“Bir an evvel, normal hayata dönme isteği” ve canlılığı görünce umutlandık…
***
Depremden önce de Hatay, Türkiye’nin geneli gibi, potansiyelini kullanamayan, potansiyelini atıl bırakan bir yapıdaydı…
Atıl potansiyel, (yeniden yapılanma fırsatıyla) milletin her ferdinin ortak yararlanacağı şekilde ekonomiye kazandırılır mı? (10 yıl sonra yazarız…)