Yetin(me)mek!
Bu satırlarda daha önce de anmıştım. Üniversite öğrenciliğim sırasında çok saygı duyduğum bir hocam Atatürk’ü niye sevdiğini anlatırken, “o bize ayağımızı yorganımıza göre uzatmak yerine, ayağımıza göre yorgan yapmamızı öğretti” demişti. Bu bizim geleneksel bakış açımıza oldukça ters veya olumlu bir şekilde söylersek yenilikçi bir yaklaşımı ifade etmektedir. Halbuki bu topraklarda genelde elindekinin kıymetini bilmek öğretilir bizlere.
Mutlu olmak daha doğrusu mutlu hissetmek ile kıymet bilmek arasında çok sıkı bir bağ olduğunu, sırf bu nedenden elimizdekilerin kıymetini bilmemiz gerektiğini herkes kabul eder ve aksini iddia etmez sanırım. Buraya kadar bir sorun yok ama ne zaman kıymet bilmek ile yetinmek arasındaki ince çizgiyi kaçırırız işte o zaman ciddi bir sorun ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Gelişmeyi ve ilerlemeyi sağlayan temel, daha fazlasına veya daha iyisine sahip olma isteğimizdir. Bir başka deyişle ilerlemeyi ve gelişmeyi sağlayan temel dürtümüz elimizdeki ile yetinmemektir. Bu iki kavram, elindekinin kıymetini bilmek ile yetinmemek arasında karışıklık yarattığımız zaman, yani kavramlardan biri için diğerini feda ettiğimiz zaman sıkıntı başlayacaktır.
Eğer elimizdekinin değerini bilelim derken sadece elimizdekilerle yetinmeye kalkışırsak, ilerlemenin ve yenilikçiliğin önünü keseriz. Tam tersine elimizdekiyle yetinmeyelim daha iyisine ulaşalım derken, elimizdekinin kıymetini bilmemek de bizi bir başka uç duruma, mutsuzluğa götürecektir. Değer bilmek ile yetinmek arasında sınır çizebilmek bu açıdan hayati önem taşır ama tek başına gelişmenin ve yenilikçiliğin garantisi de değildir.
Yenilikçiliğin olmazsa olmazlarından biri de hata yapabilme özgürlüğüne sahip olabilmektir. Hani bir söz vardır ya mükemmel iyinin düşmanıdır diye, mükemmeli aramak uğruna hiçbir şey yapamamanın zararını anlatır bize bu söz. Düşünmek, tasarlamak, planlamak önemlidir ama uygulamaya geçirebilmek en önemlisidir.
Fikirlerin uygulamaya konulması önündeki en büyük engel başarısız olma korkusudur. Bu bazen küçük veya komik duruma düşmek gibi nedenlerle bazen de işi kaybetmek gibi çok daha somut nedenlerle ortaya çıkan bir korkudur.
İş hayatını dikkate aldığımız zaman işi kaybetme veya performansın düşük görülecek olması birçok çalışanın göze alamayacağı türden riskler olduğundan yenilikçilik önündeki en büyük engel olacaktır. Özellikle bireysel ilişkilerin arka planda kaldığı kurumsal ve/veya büyük ölçekli işletmelerde sırf bu nedenle yenilikçilik ve girişimcilik potansiyeli engellenmektedir.
Sadece ilişki biçimleri de değil güven duygusu da yenilikçilik ve girişimcilik potansiyelinin belirleyicisidir. Amerikalı gazeteci ve yazar Charles Duhigg’in iş ve özel hayatta daha üretken olmanın sırlarını anlattığı “Smarter Faster Better” isimli kitabında yapılan çalışmalarda güvenli ortamlarda çalışanların performanslarının daha yüksek olduğu, bu gibi ortamlarda çalışanların alışılmadık fikirleri daha kolaylıkla diğerleriyle paylaşabildikleri için bu kurumlarda yaratıcılığın daha yüksek olduğunun tespit edildiği anlatılmaktadır.
Kurum kültürü ile iç içe geçmiş olan bu tespiti bütün yönetici ve yönetici adaylarının dikkate alacağını veya zaten almış olduğunu tahmin ediyorum. Ancak en az onun kadar önemlisi bu yöneticiler başta olmak üzere toplum olarak hepimizin evimizdeki çocuklarımızla ilişkilerimizden başlayarak günlük yaşantımızda da bu ilkeleri hayata geçirip, yaratıcılığı ve yenilikçiliği, deyim yerindeyse, sokağa indirebilmemizdir. Bu sayede sadece tek tek işletmeler değil, hepimiz bundan fayda çıkarabiliriz.