Yeşil ekonomi: son bir fırsat mı?

Prof. Dr. Aykut GÜL
Prof. Dr. Aykut GÜL STRATEJİK DÜŞÜNCE [email protected]

Küresel ısınma, sera etkisi, iklim değişimi, karbon ayak izi, sağlıklı çevre ve nihayet yeşil ekonomi kavramları son yıllarda giderek daha popüler olmaya, kamu-özel her platformda konuşulmaya başlandı. Adana’da kasım ayı ortasında hala bahar havası yaşıyoruz. Klimalar birçok işyerinde hala soğuk ayarda çalıştırılıyor. Artık konuşmanın ötesinde hayatımızın her alanında onunla ilgili düzenlemeler ve yaptırımlarla karşılabileceğiz.

Sanayi devrimi, üretim-tüketim-büyüme sarmalı

Aslında her şey 18. ve 19. yy’da sanayi devrimi ile başladı. Neoliberalizmin beslendiği daha fazla büyüme, dolayısıyla daha fazla üretim ve bunun için de daha fazla tüketim çılgınlığı günümüze kadar olanca hızıyla devam etti. Moda, reklamlar ve algılar hep tercihlerimizi etkilemek ve tüketimi sürekli artırmak üzerineydi… Sınırlı olan ihtiyaçlar bile bu anlayışta sınırsız olarak anlatılagelmişti…

Tüketimin durması yeni dünya düzeninin çökmesi demekti. İnsanoğlu tükettikçe daha fazla özgürleştiğini zannederken aslında borç batağına batıyor, köleleşiyor ve tükeniyordu. Artan tüketimle, israf da tarihte hiç olmadığı kadar artıyordu. Bugün 8,5 milyar insan, Batılı standartta tüketebilseydi, en az 3-4 dünyaya daha sahip olmamız gerekecekti.

Veya bir Afrikalı kadar tüketseydik dünyamız üç kat nüfusa rahatlıkla yetebilecekti. Öncelikle küresel ısınmanın baş sorumlusunun gelişmiş ülkeler olduğu tespitini yapmak durumundayız. Dünyanın en büyük birkaç şirketi karbon salınımında en önemli paya sahip. Kolay kazanılan refahı gelecekte de sürdürmek isteyen Batı, çevre konusunda yeni politikalar geliştirmeye çalışıyor. Ancak bunu, küresel ısınmaya daha az neden olan dünyanın geri kalanına ödetme peşinde…

Gelişmiş ülkeler ise teknolojik ve ekonomik açıdan küresel ısınmaya karşı konulan tedbirlere daha kolay uyum sağlıyor. Ayrıca büyük şirketler, üretimlerinin önemli bir kısmını gelişmekte olan ülkelere kaydırmış durumdalar. Böylelikle çocuk işçi çalıştırmaktan kömür kullanımına kadar, kendi ülkelerinde sorunlu olan tüm faaliyetleri sürdürebiliyorlar.

Avrupa Yeşil Mutabakatı

 Ursula von der Leyen, en önemli beş ekonomik problemin iklim değişikliği ile bağlantılı olduğunu ve Avrupa’nın 2050 yılına kadar iklim nötr kıta olacağını söylüyor. İlk adım olarak, “Avrupa Yeşil Mutabakatı” 2019 yılında kabul edildi. Son olarak ortaya atılan yeşil ekonomi kavramı ise kârın yanı sıra çevre faktörlerini de dikkate almayı gerektiriyor. İşte tam burada karbon ayak izi karşımıza çıkıyor. Karbonun fiyatlandırılması ve bedelinin ödetilmesi durumu.

Başka bir deyişle, yeşil ekonomi yaklaşımı ile doğanın ekonomik açıdan değerinin ortaya konulması, karbondioksit eşdeğerinin belirlenmesi. Karbon ayak izinin, büyük ekonomiler tarafından yeni bir sömürge düzenin oluşturulabileceğine dair yaygın bir kanaat var. Ancak 200’den fazla ülkenin sorumluluk üstlenerek uygulaması gereken iklim değişikliği politikalarında en büyük engel “kamusal mallar”. Evet, soluduğumuz hava, içinde yaşadığımız çevre, enerji kaynakları ve diğerleri kamusal mallar niteliğinde. Yani sizin tek başınıza çevreci olmanız küresel boyutta yeterli değil.

Her fert ve toplum, bencilce, ortak kaynakları maksimum düzeyde kullanmak istiyor. Bir başka sorun da siyasetin doğasından kaynaklanıyor. Politikacıların hedefi yeniden seçilebilmek olduğundan, kısa vadeli yatırımlara odaklanıyorlar. Oysaki iklim konusundaki önlemlerin sonuçları uzun vadede alınırken kısa vadede ise acı reçete olarak karşımıza çıkmakta. Politikacılar ise doğal olarak buna sıcak bakmamakta…

Yeşil ekonomi konusunda ülke olarak sahip olduğumuz avantaj ve dezavantajlar var. Yenilenebilir enerji yatırımlarımız geleceğe dair ümitlerimizi artırıyor. Ancak Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkeler arasında olduğumuzu birçok uzman dile getiriyor. Bunun en önemli nedeni ise ihraç ürünlerimizin çoğunlukla karbon yoğun olması.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar