Yeryüzü pazarları ve Afrika’nın bahçeleri...
İstanbul’dan Milano’ya havalanan uçaktaki yolcuların büyük bölümü Torino’da yapılacak Slow Food Terra Madre Dünya Toplantısı’nın delegeleri.
Havalimanında görünen manzara o ki, ebola korkusu Afrika’dan gelen yolcuları ötekileştiriyor. Derisi siyah olan insanlar potansiyel ebola taşıyıcısı olarak görülüyor.
Milano Havalimanı’nda ise ebola için hiçbir önlem yok. Vize kontrolünden sonra otobüslerle “yavaş şehir” Torino’ya gidiyoruz. Doğrudan açılışın yapılacağı Pala Alpitour’a giriyoruz. Salondaki çeşitlilik birleşmiş milletler toplantısını andırıyor. Dünyanın her yerinden insanlar var.
Katılımcı ülkeler tek tek anons edilerek bayrak geçişi yapıldı.Türkiye bayrağını, başında çok genç yaşta yitirdiğimiz Victor Ananias’ın şapkası, boynunda Menemen’de çiftçilerin taktığı yerel poşuyla Çanakkale Bayramiç’ten Mustafa Alper Ülgen taşıdı. Olimpiyatları andıran bu dev organizasyonda Fikir Sahibi Damaklar’ın lideri sevgili Defne Koryürek’in belirttiği gibi bir yarış yok. Herkesin tek bir amacı var; adil, güvenilir ve sağlıklı gıda üretmek ve tüketmek.
Uzun süren konuşmalardan sonra Slow Food’un kurucusu Carlo Petrini’nin kürsüye gelmesi ile çoşku doruğa çıktı. Petrini daha önceki konuşmalarındaki sözlerini burada da yineledi: “İçinde bulunduğumuz gıda sistemi ‘suçlu’ ve ‘kriminal’ bir sistemdir. Çünkü insanların değil, şirketlerin yararını düşünür. Binlerce yıllık köy yaşamını, sadece 300 yıllık bir geçmişi olan endüstriyel tarım anlayışı ile değiştirmek istiyorlar. Bize yıllarca kapitalist ekonomi sistemini köylere yerleştirmenin geleceğimizi kurtaracağı söylendi. Oysa bu sistemle dünyada toprak verimliliği hızla kayboluyor. Sürekli daha çok kimyasal kullanılmasını teşvik eden sistem, toprakları kimyasallara bağımlı hale getirdi. Hepimizin görevi toprağın biyolojik yaşamını iade etmek olmalı. Gıdayı önemsemeyen, insanı yok sayan her sistem reddedilmeli.”
Papa Francesco ve Michelle Obama’nın mesajları salondakilere cesaret ve umut verdi. Her iki mesaj da uzun süre alkışlandı.
İki yılda bir yapılan organizasyon ile Torino’ya gelen binlerce delege ve ziyaretçi konaklama sorununu da beraberinde getiriyor. Otellerde yer bulmak mümkün değil. Soruna çözüm bulmak üzere konukların bir bölümü gönüllü ailelerin evlerinde kalıyor. Vaneria’da yaşayan Batista- Sezarina Ricardo çiftinin evinde kaldım. Doğaya, çevreye, insani değerlere karşı çok duyarlı bir aile. Bir bahçeye dönüştürdükleri evlerinin iki balkonunda nar, zeytin ve limon yetiştiriyorlar. Batista, fotoğraf çekiyor. Arkadaşlarıyla dağcılık faaliyetlerine katılıyor ve o anları videoya kaydederek ölümsüzleştiriyor. Sezarina ise, yoksullara yardım etmek için oluşturulan bir organizasyonda gönüllü olarak çalışıyor.
Toplantıların yapıldığı, ürünlerin tanıtıldığı, ülke standlarının yer aldığı Internazionale Salone del Gusto’da mahşeri bir kalabalık var. Nuh’un Ambarı olarak nitelendirilen alanda pazarda, manavda, market reyonlarında görmediğimiz, göremediğimiz binlerce ürün sergileniyor. Burada geleneksel tarımın, biyoçeşitliliğin önemini gözlerinizle görüyor ve çiftçilerle birlikte yaşıyorsunuz.
Her gün market raflarında gördüğümüz tek tip gıdalar,bir kaç firmanın tekelindeki ürünler burada yok. Burada sergilenen domates, kabak, soğan, sarımsak, elma, armut, tahıl ürünleri, mısır, fasulye, soya çeşitleri, hayvansal ürünler hepsi birbirinden farklı. Tek tip değil. Hepsi aynı boyda değil. Sanayinin istediği standartlara uymayan, eğri büğrü, şekilsiz ürünler. Albenisi yok ama tadı var. Plastik gibi değil. Hepsi küçük çiftçiler tarafından üretilen, binlerce yıllık bilgi birikimi ve kültürle bugüne taşınan temiz, adil, sağlıklı ve güvenilir ürünler.
Nuh’un Ambarı’nda Kastamonu İhsangazi’nin siyez bulguru, hüryemez elması, Tosya’nın sarıkılçık pirinci, İzmir’in tulum peyniri, Foça’nın tarhanası, Çanakkale Bayramiç’in susam tahinli helvası, durum buğdayı, susamı, Amasya’nın elması, Çankırı’nın üveyik buğdayı ve bulguru, Anadolu’nun şarapları, Hatay’ın Ermeni köyü Vakıflı’nın ürünleri, Bodrum’un denizci peksimeti ve daha bir çok ürün yer aldı.
Slow Food’un uluslararası düzeydeki en önemli projelerinden birisi yeryüzü pazarları. Biyoçeşitliliği korumak ve küçük üreticilerin yaşamını ve üretimi sürdürmesi için ürünlerini satabileceği bir alan oluşturmak amacıyla kurulan pazarlar hızla yayılıyor. Türkiye’de sadece İzmir Foça’da Gül Girişmen ve arkadaşlarının çabası ile kurulan yeryüzü pazarı Torino’da tüm yeryüzü pazarları arasında birincilik ödülü aldı.
Slow Food’un bir başka önemli projesi ise Afrika’nın bahçeleri. Afrika’da yaşanan açlığa çözüm bulmak ve orada yaşayanları beslemek üzere başlatılan proje kapsamında Afrika’da 10 bin bahçe kurulacak. Bu amaçla Salone del Gusto’da satışı yapılan ürünlerin tüm gelirleri de Afrika bahçelerine bağışlandı.
Yapılan sunumlarda okul bahçelerinin nasıl bir meyve ve sebze üretimine dönüştüğünü gördük.Türkiye’den Ali Taptık ve Suna Kafadar Yedikule Bostanları’nın son durumunu katılımcılara anlattı.
Fikir Sahibi Damaklar’ın Lideri Defne Koryürek ise yaptığı sunumda Türkiye’de yaşanan zeytin katliamını anlattı. Ayvalık Zeytin Üreticileri Derneği Başkanı Salih Madra’nın başlattığı #zeytin hayattır kampanyasını, Manisa Soma Yırcalı’daki zeytin katliamına karşı verilen mücadeleyi paylaştı.
Gezi Parkı’nın ranta açılmak istenmesi ve benzer bir çok doğa katliamına karşı her daim sesini yükselten, sosyal medyadaki paylaşımları ile öne çıkan tiyatro sanatçısı Memet Ali Alabora katılımcılara yaptığı konuşmada kamusal alanların korunmasının önemini anlattı.
Özetle, dünya gıda sisteminde tek tip üretime, tek tip tüketime karşı biyoçeşitliliği koruyan, geleneksel aile çiftçiliğini yaşatan ve tarımı kültürüyle, geleneği ile geleceğe taşımayı hedefl eyen Slow Food Terra Madre toplantısı temiz, adil ve sağlıklı gıda üretimi ve tüketimi için herkese umut verdi.
Cumhuriyetin 91.yılında Mustafa Kemal Atatürk’ü ve cumhuriyeti kuranları saygı ve özlemle anıyoruz. Bayramınız kutlu olsun.