Yerli otomobile yerli sermaye mi?
Geçtiğimiz günlerde hukukçu bir arkadaşımla konuşuyordum. Çalıştığı büro çok önemli kişi ve kuruluşları temsil ediyor ve kendisi de önemli bir pozisyonda. Söz dönüp dolaşıp otomotive gelince, hükümetin otomotiv üzerindeki yoğun ilgisine dikkat çekerek, "Olası bir sermaye değişikliğine ya da yeni bir yerli girişimci ile tanışmaya hazır ol" yorumunu yaptı.
Bu yorumunun açılımını destekleyen örnekleri ise, ekonominin her alanında değişen sermaye yapısından, özellikle Anadolu'daki şehirlerden yükselen güçlü patron, grup ve ailelerden verdi. Aklımın köşesine takılan bir soru işareti, arkadaşımın yorumuyla da söze dökülünce bugün bu konuya değinmek istedim.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın isteği ve bakanların yoğun faaliyetleri ile birlikte, Türkiye otomotivde yeni bir adım atmaya hazırlanıyor. Hatırlayın, AKP'nin seçim faaliyetleri sırasında yerli otomobil de 2023 vizyonunun bir parçası olarak yer alıyordu. Dolayısıyla Ankara, bu sözünü mutlaka yerine getirmek istiyor. Bu çerçevede şartları da bir şekilde oluşturacak.
Ancak, hemen belirtelim örneğin Tofaş'ın Opel'in Combo modelini üretmesi, bu vizyon içinde sayılmıyor. AKP'nin buradaki talebi, bu topraklardan yeşermiş sermayenin, bu topraklarda yüzde 100 yerli bir otomobil üretmesi.
Geçtiğimiz hafta içinde Bakan Nihat Ergün, OSD üyelerini kabulünde yaptığı açıklamada, Türkiye'de satılan araçların ilk etapta yüzde 50, daha sonra da üçte ikisinin yerli olmasını hedeflediklerini söylemişti.
OSD raporu işin ekonomik boyutlarını ortaya koyacak. OSD, otomotivci mantığı ile bir aracın markalaşma sürecine giden yol aktarılacak.
Ancak, benim duyduğum ve hissettiğim AKP, "Arkadaş bunu muhakkak yapalım" talebini ile sürerken, global bir marka olmanın gerekleri göz ardı edilebilir faktörler arasında yer alıyor.
OSD'nin raporu doğrultusunda büyük ihtimalle, bu işin zor olduğu ortaya çıkacak. Bununla birlikte, OSD raporu sektörün gelişmesi için gerekli olan birçok teşvik unsurunu ekonomi yönetiminin önüne koyacak. Bu talepler ekonominin geneli anlamında kabul edilecek ya da biraz eksikle uygulamaya alınacak.
Fakat, buradan yakalanacak büyümenin deyim yerindeyse kaymağını, yabancıların yiyeceği algısı da bir hayli yüksek. Türk otomotiv ana sanayisinin yarattığı tüm parasal kaynakların önemli bölümü doğrudan dışarı gidiyor. Zira, lokomotif fabrikalardaki yerli ortakların payı Ford, Tofaş, Renault'da yüzde 50, Hyundai'de yüzde 15 düzeyinde. Toyota ve Honda ise yüzde 100 yabancı sermayeli kuruluşlar.
Hemen belirtmeliyim ki burada yanlış bir unsur yok. Globalleşmenin, ticaret düzeninin olması gereken şartları bu şekilde. Ekonomi yönetimi de bunun farkında. O yüzden yabancı sermayeye sürekli çağrı yapılıyor.
Ama, "Arkadaş muhakkak yapalım" derken de tam olarak bunu kastetmiyor. "Arkadaş, bunu biz yapalım" diyor. Yani Koreli'nin, Fransız'ın ya da İtalya'nın burada istihdam sağlamasını isterken, ek yatırımlar yapmasını talep edip, desteklerken ve de doğru yaparken, pasaportu üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yazan bir yatırımcının da "Made in Turkey" hem de "yüzde 100" yazan bir araç yapmasını istiyor.
Bu çerçevede de tüm hazırlıklarını tamamlamak üzere. İhalelerde fiyat etiketi üzerinden verilen destekler, yerli üretime döndü. Bir anlamda, belediyeler ve kamu filoları tamamen yerli olan bir otomobil için potansiyel alıcı konumuna dönüştürülüyor. Dışarıda pazar bulması zor olabilecek bir aracın şimdiden yerli alıcıları hazır bile. Yatırım şartları herkes için iyileşmiş bir ortamda, alıcınız da hazırsa, dünya markası olacağım diye en azından kısa vadede bir hedefiniz yoksa, bir otomobil üretmek çok da zor değil. Buna kamu ve belediye filolarıyla hazırlanan talep de eklenince çok karlı bir yatırım olabilir.
Fakat buna rağmen benim şahsi kanaatim, mevcut otomotiv yatırımcılarının bu işe girmeyeceği yönünde. İşte o vakit, ekonomi yönetimi yüzünü Anadolu'ya dönecek ve bu çağrılarını tekrarlayacak. Bu çağrı da yüzde 100 yerli bir grup tarafından, mutlaka olumlu karşılanacak. Ve biz de yüzde 100 yerli otomobilimize, yüzde 100 yerli bir girişimci aracılığıyla kavuşacağız.