“Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı”
Yukarıdaki slogan bir zamanlar yurdumuzda her yıl kutlanan yerli malı haftasının sloganı.
2000’li yılların başlarında önemli bir konumda görev yapmakta olan eski bir öğrencim, uygulamaya geçirmeyi planladığı bir proje ile ilgili olarak benimle görüşmek istemişti. Proje, bu sloganı tekrar canlandırarak ülkede yerli malı tüketimini teşvikle ilgiliydi.
Ben de görüşümü sunarken, söze, dünyanın bilgi toplumuna geçmeye başladığı bir dönemde bu sloganın artık geçersiz olduğunu, hemen o anda aklıma geliveren, aşağıdaki şekilde değiştirilmesi gerektiğini ifade ettim:
“Türkün malı dünya malı,
Her Türk en iyi malı kullanmalı.”
Önerim ilgi bulmadı ki, sohbetimiz daha genel konulara kaydı.
Bu konuya niçin girme gereği duydum? Son yıllarda bazı sektörlerde maalesef ithal ikameci ve korumacı politika önerileri seslendirilmeye başlandı.
Yerli üretim muhakkak ki desteklenmeli. Zira üretimin olduğu yerde istihdam vardır, ekonomik büyüme ve refah artışı vardır. Fakat bunu küresel rekabetten kaçınmaya yönelik yol ve yöntemlerle gerçekleştirmenin sakıncalarını da göz ardı etmemek gerekir.
Evet, Türkiye olarak ithal ikameci politikaları uzun yıllar yaşadık. Hatta 1960’lı yıllarda bu politikayı bir kalkınma aracı olarak resmileştirdik. Ta ki 1980’li yılların Özal döneminekadar. 24 Ocak kararlarıyla ekonomik kalkınma stratejimizi değiştirdik.
Şimdi geriye baktığımda, keşke ithal ikameci uygulamalarımıza 1960’ lı yıllar bitmeden son verebilseymişiz diye düşünüyorum. İhracata yönelik kalkınma stratejisine o yıllarda başlayan Güney Kore’yi bugün hayranlıkla izliyoruz. 1950’li yılların ilk yarısında kişi başı geliri Türkiye’nin üçte biri olan bu ülke, bugün Türkiye’yi üçe katlıyor. Her şeye rağmen, Türkiye olarak bu yola geç girsek de epeyce mesafe aldığımız muhakkak. Artık kişi başına düşen gelirin 10 bin doların üstüne çıkararak orta gelir tuzağının zor dönemeçlerine kadarulaştık.
Orta gelir düzeyi tuzağını aşmanın yollarını da biliyoruz. Daha yüksek katma değerli inovatif ürünlere geçmemiz gerekiyor. Hem de küresel rekabet gücüne sahip işletmelerimizle.Gelişmiş ülkeler grubuna girebilmek için yolumuz üzerindeki bu zor dönemeci de geçmek zorundayız.
Bu nedenle, orta gelir tuzağını aşmak için yine ihracata yönelik serbest piyasa ekonomisi stratejisi ile yola devam diyoruz. Bunu başaramayanların oyun alanını terk etmelerini göze almalıyız. Serbest piyasa ekonomisinin gereği de budur. Gidenlerin yerini yenileri, ama daha iyileri almalıdır.
Küresel rekabet ortamında rekabet gücünün başta gelen şartı olan inovasyon konusundaki yerimiz maalesef bugün çok gerilerde. Bir Fransız araştırma kurumu olan INSEAD’ın 2012 yılı inovasyon sıralamasında Türkiye 74’üncü sırada bulunuyor.
Bilindiği üzere inovasyon ticarileştirilebilir, ekonomik değere sahip yenilikler anlamına geliyor. Yani bu yeniliklerin bir piyasası, bir müşterisi olmalı. İnovasyonun katma değeri nekadar yüksekse o kadar makbul. Katma değeri yüksek inovasyonlar ise çokça Ar- Ge gerektiriyor, icatlar ve keşifler gerektiriyor. Artık coğrafi keşifler dönemi bitti. Keşfedecek ne Amerika, ne Afrika kaldı. Ama pazar keşifleri, müşteri keşifleri, finansal keşifler hala mümkün.
İcatlar ise günümüzde önemli Ar- Ge faaliyetleri gerektiriyor. Üniversite sanayi iş birliği önem kazanıyor. Son yıllarda bu alanlarda epeyce yol aldık.
İnovasyonun bir Ar- Ge, icat ve yenilik, bir de girişimcilik yanı var. Her ikisi arasında bir iş birliği olması ve bu iş birliğinin sinerjik bir etki yaratması gerekiyor. Ülkemizde bu işbirliğinde girişimcilik tarafının yeterince dikkate alınmadığı görüşündeyiz. Örneğin, teknogirişimcilik desteklerinde gerek adayların belirlenmesinde ve gerekse sonuçların değerlendirilmesinde Ar-Ge ağırlıklı bir yaklaşımın egemen olduğu kanaatindeyiz. Ülkemizde inovasyon konusunda girişimciliğin daha ön plana çıkarılması gerektiği görüşündeyiz.Ar- Ge’siz ve icatsız bir inovasyon olabilir, ama girişimcisiz bir inovasyon olmaz. 1970 yılında bir öğretmen olan J. Baldwin ve Z. Siegel ile yazar olan G. Bowler tarafından Seattle’da kurulan Starbucks, bugün 62 ülkede 150 bin çalışanı ile 7 bini aşan kafelerini bir kahve icadı ile gerçekleştirmedi. Ama çok başarılı bir inovasyon gerçekleştirdi.
ABD’de geçen yıl yılın girişimcisi seçilen Chobani yoğurtlarının kurucusu Hamdi Ulukaya yoğurt icat etmedi ama çok başarılı bir inovasyona imza attı. Unutmayalım, Ar-Ge’yi ithal edebiliriz. Dünyanın önde gelen teknoloji ağırlıklı üniversiteleri ile işbirliğine girebiliriz. Ama girişimci ithal etmemiz, neredeyse imkansız. Genç ve sağlıklı nüfus yapımızın bize sunduğu girişimcilik potansiyelimizi en iyi şekilde değerlendirebilmemiz gerekiyor. 2023 hedefi olarak sadece Avrasya’nın üretim ve Ar-Ge merkezi olmayı değil, aynı zamanda pazarlama, finansman ve lojistik merkezi olmayı da hedeflemeliyiz. Öyle bir coğrafi konuma sahibiz ki batımızdaki ülkelerde itibarımız arttıkça doğumuzdaki ülkeler nezdinde; doğumuzdaki ülkelerde itibarımız arttıkça batımız ülkeler nezdinde daha çok değer kazanıyoruz. Bu konumumuzla başta komşularımız olmak üzere tüm ülkelerle çok iyi ilişkiler içinde olmamız gerekiyor. Sonuç olarak, orta gelir düzeyi tuzağını aşarken de yolumuza yine
‘’Türkün malı dünya malı,
Her Türk en iyi malı kullanmalı’’
sloganı ile devam etmek gerek diye düşünüyorum.