Yerli malı, kalite, ihracat...
Geçtiğimiz günlerde, değerli Genel Yayın Yönetmenimiz Hakan Güldağ ile yaptığımız bir sohbette "2023 yılı için konulan 500 milyar ABD doları hedef bence pek de hayal değil" dediğimde, Hakan Bey koltuğunda doğrularak "gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz" diye sormuştu. Ben de devamla "uyuyan dev olarak gördüğüm KOBİ'lerin uyandırılması halinde bu rakamı bile geçeriz" diyerek cevaplamıştım. Çeşitli vesilelerle dolaştığımız Anadolu şehirlerinde gördüğümüz KOBİ'ler ve uygulamaları ümit verici.
İhracatımız, küresel krize karşın 100 milyar ABD dolarının altına inmedi. Seneye, tekrar 2008 rakamı olan 132 milyar ABD dolarına yaklaşmayı ve belki de onu geçmeyi ümit ediyoruz da
ihracatın artmasına karşın ithalat yerinde mi sayıyor? Tabii ki hayır ithalat da artıyor, hem de tam gaz büyümeye devam ediyor. Değerli Türk Lirası'nın getirdiği cazip kârları gören iş insanlarımız, ithalatın nimetlerinden faydalanıyorlar ki bu da bir iş insanı için son derece doğal bir davranış.
İthalata yaslanan bir ihracat çok mu yanlış olur? Bu soruya "evet, yanlış olur" demenin pek de uygun olmayacağını düşünüyorum. Hele karşımızda, doğal kaynakları çok kısıtlı olan, ancak ithalata dayalı ekonomisi ile mucizeler yaratan ve ihracatını imrenilecek seviyelere getirmiş olan bir Japonya örneği varken. Ancak, Japon örneğine bakarken biraz dikkatli olmakta ve pek yaygın olarak söylenen deyim çerçevesinde "şeytanın gizlendiği ayrıntıyı" irdelemekte fayda var.
Daha önceki sohbetlerimizde söylediğim gibi, 1950 sonrası uzun bir süre, Türkiye'ye gelen Japon malları için maalesef "Japon=Tapon " yakıştırmasını yapardık. Çünkü bugün kalitesizliğinden şikâyet edilen Çin malları gibi, o günlerde de Japon mallarının kalitesizliğinden şikâyet edilirdi. İyi de sonraki yıllarda ne oldu? Bugün Japon malları için gönül rahatlığı ile kalitesiz diyebilecek olanımız var mı acaba?
Ayrıntı, kalite kavramının hazmedilmesi ve gerçek anlamda uygulanmasında yatıyor. Bizde de bir çok işletme kalite yönetim sistemleri belgelerini alıyor, duvara asıp "biz de kaliteli olduk" diye ona bakıyorlar. Bu konuda uygulamalarını hakkıyla yapan işletmelerimizi ayrı tuttuğumu belirtmek isterim. Ancak, içerisinde şeytanın gizli olduğu bizim ayrıntımız da bence bu.
Ara malı ithalatının azalması, yerli ara malı üretiminin çeşitlenmesine, var olanların kalitesinin yükselmesine ve fiyat cazibesinin oluşturulmasına bağlıdır. Kalite konusunda belge almadan önce zihniyet değişikliğine giderek, kalitenin belgeyle değil o belgenin gerektirdiği çalışmaları yaparak alındığını hazmetmemiz gerek şart. İdare eder veya bu kadar olur kavramlarını sözlüklerimizden çıkartmamız gerek. İşi alana kadar her şeyi yaparım diyerek, başladıktan sonra bahaneler bulmamak gerek.
İhracatımızda öne çıkan sektörlere ve firmalara bakınız, yabancı alıcıların yönlendirdiği piyasalar, standartlarını ve kalite kurallarını üreticilerimize mecbur kıldıkları uygulamalar görüyoruz. Bunlar fena mı oluyor? Tabii ki hayır, üstelik iyi de oluyor. Bakın otomotiv sanayimize ve ona çalışan yan sanayimize. İhracatımızda aldıkları yer bu savı kanıtlıyor.
"Yerli malı kullanmalı" ifadesini, narenciye, fındık, fıstık yemekten ve rahmetli Sümerbank basması düşünmekten öteye götürmenin gerekliliğini biliyoruz da yapıyor muyuz?
Ara malı sanayinin can damarı ve ithalatının azaltılması hem ihracat rakamlarını yukarı çekilmesini sağlayacak hem de ihracatın ithalatı karşılama oranını olumlu seviyeler çekecek. Ancak unutmamamız gereken şey, "idare eder ve bu kadar olur" ifadeleri sözlüklerden çıkarılacak.