Yerli kömür yeni acı ilaç mı?
Yeni hükümet belli oldu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak yeni hükümette de aynı görevi üstlendi.
Başbakan Binali Yıldırım’ın Meclis’teki konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla yeni Hükümetin enerji politikalarına bakışında önceki AK Parti hükümetlerinden farklı bir durum yok.
Başbakan Yıldırım, son 14 yılda elektrik üretimindeki kurulu güç artışına vurgu yaptı. 36 bin megavattan 72 bin MW’ye (aslında son rakamlar daha yüksek, 74 bin MW’nin üzerinde) ulaşıldığını belirtti.
Büyüyen ekonominin ihtiyacını karşılayacak şekilde elektrik üretim kapasitesinde artışın devam edeceğini ifade etti.
Tabii şu anda arz fazlası söz konusu olduğu için enerji yönetiminin gündeminde belki de büyümeden ziyade, enerjide dışa bağımlılığı azaltacak çözümler var.
Benzetmekte sakınca yok, bu enerji bağımlılığı hastalığının tedavisi tek bir ilaçla geçecek gibi değil. Birden fazla ilaca ihtiyaç var.
Aslında hangi ilaçların kullanılacağı meselesi, hekimden hekime değişiklik gösterebilir. Yine de neredeyse herkesin üzerinde mutabık kaldığı ilaçlar vardır.
İşte onlardan biri yenilenebilir yerli kaynakların devreye sokulması. Rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle, su (hidroelektrik), dalga gibi...
Bir de yenilenebilir olmayan ama kullanılabilmesi halinde dışa bağımlılığa çare olabilecek yerli kaynaklar var. Bunları petrol, doğalgaz ve kömür olarak sıralayabiliriz.
İlk ikisinden en azından şimdilik pek bir umut yok. Tabii yapılan aramalar sonuç verirse, petrol ve doğalgaz kaynakları keşfedilirse, uzun vadede olumlu kalıcı etkileri olur.
Kömüre gelince...
İşte son zamanların en önemli tartışma konularından biri bu.
Bir yandan Paris İklim Anlaşması’na imza koyan Türkiye’nin karbon salımını azaltam taahhüdü, bir yanda büyüyen ekonomiye yerli can suyu sağlayabilmek...
Her ikisi de önemli.
Şu anda dünyanın başka ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de kömür yatırımlarına karşı ciddi bir muhalefet var.
Ancak enerji yönetimi, yerli kömürü çevreye en az zararı verecek şekilde, ülke ekonomisinin kullanımına sunmakta kararlı.
Kömüre dayalı elektrik yatırımlarını eleştirenlere karşı kullanılan en temel argümanlardan biri ise bu yatırımlarda temiz yakma teknolojilerinin kullanılacağı. Bu sayede karbon salımını azaltma konusunda verilen taahhütlerin dışına da çıkılmayacağı savunuluyor.
Her neyse işin bu tarafı ister istemez tartışılmaya devam edilecek.
Ancak meselenin sektörün gelişimi açısından önemli bir boyutu daha var.
O da yerli kömürün (ki bu da yerli linyittir), bugünkü elektrik fiyatları dikkate alındığında hiç de fizibıl olmadığı yönündeki tespitler.
Böyle olduğu için de hükümet, yerli linyiti, “yatırım yapılabilir” bir seçenek haline getirmenin yollarını arıyor.
Bu da linyite dayalı elektrik üretim santrali kurmayı cazip kılmak amacıyla teşvik edici bir mekanizma kurulması ihtiyacını ortaya çıkarıyor.
Ancak bunun da uzun vadeli sakıncaları olduğunu söylemek lazım. Liberalizasyonun benimsendiği bir elektrik piyasasında, verilecek her türlü kamu desteğinin, fiyat oluşumunu serbestlik prensibinden uzaklaştıracağı açık.
O halde, kömürün her türlüsüne karşı kesimlerin ikna edilip edilmemesi bir yana, elektrik fiyatlarının serbestçe oluşmasına uzun bir süre daha (şu anda da Yap İşlet, Yap İşlet Devret gibi satın alım garantili santraller de aynı olumsuz etkiyi yapıyor) ket vurulmasına yol açmayacak bir mekanizma bulunması gerektiği ortada...
Tabii dışa bağımlılıktan kurtulmak daha öncelikli ise “serbestlik de bir yere kadar” demek mümkün. Yani yerli kömürü bir acı ilaç olarak kabul edip, içmek...
İyi düşünmek lazım...