YEP hedeflerinde ısrarcı olunması yeni bir krize kapı açar
Haftabaşında Yeni Ekonomi Programı’nın (YEP) 2’incisinin açıklanmasıyla birlikte ekonomi basınında programın gerçekleşme ihtimalleri üzerine yoğun bir tartışma da başladı. Baştan şunu söylemeliyim ki kanımca en temel ekonomik büyüklükler olan büyüme hızı, enflasyon, bütçe dengesi, işsizlik ve cari denge ile ilgili ortaya konan hedeflerin herhangi birinin gerçekleşme ihtimali çok düşük, hepsinin bir arada gerçekleşme ihtimali ise sıfır.
Programda yer alan 2020 hedeflerini mercek altına almadan önce, 2019 gerçekleşme tahminlerini de gözden geçirmekte fayda var. Programda bu seneye ilişkin büyüme oranı yüzde 0.5 olarak öngörülmüş. Bilindiği gibi, ekonomimiz 1. çeyrekte yüzde 2.4, 2. çeyrekte ise yüzde 1.5 daraldı. 3. çeyreğe ilişkin veriler ise zayıf geçen Temmuz ve Ağustos sonrasında Eylülde bir miktar toparlanmaya işaret etmekte. Baz etkisini de dikkate aldığımızda bu çeyrekte sıfır civarında bir büyüme beklenebilir. Bu da tüm sene yüzde 0.5 tahmininin tutturulabilmesi için son çeyrekte yüzde 4’ün üzerinde bir büyümenin gerçekleştirilmesini gerektirir ki, oldukça zor gözüküyor. (Yaptığım kaba hesaplamalara göre bu oranda büyüme için bankacılık kesiminin ağırlığı tüketici kredilerinde olmak üzere bugünden sene sonuna kadar kredi hacmini 100 milyar TL’nin üzerinde artırması gerekiyor!)
2020’de Türkiye’nin ne maliye politikasında, ne de para politikasında genişleme alanı bulunmuyor. Eğer genişleme yönünde ısrarcı olunursa ekonominin yeniden bir krize girmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durumdan kaçınmanın tek yolu olan yurtdışından yüklü miktarda tasarruf ve döviz çekebilme imkanları ise son derece kısıtlı. Tasarruf ve döviz başlıca 5 yoldan çekilebilir: Birincisi (ve en az tercih edileni) portföy yatırımları çekmektir. Ancak korkarım ki Merkez Bankası önden yüklemeli faiz indirimleri yaparak bu imkanı oldukça azaltmıştır. Bugünkü konjonktürde “makul bir reel faiz oranı” yabancı yatırımcıyı kesmeyecektir. Kaldı ki, yıl içinde gerek enflasyonun gidişatı, gerekse de kamu maliyesinin artacak olan fon ihtiyaçları konularında da soru işaretleri ortaya çıkacaktır. (Faizlerin doğal seyrinin dışında indirilmekte ısrar edilmesinin dolarizasyon ve tasarruf kaçışı yönündeki etkilerine ise hiç girmeyelim!)
İkinci yol olan ihracat artırılırken ithalat artışının sınırlandırılması (=dış ticaret dengesinin azaltılması) da mümkün gözükmemektedir. 2020’de ihracat pazarlarımızdaki durgunluğun artarak devam etmesi beklenmektedir. Yüzde 5.8 toplam yurtiçi talep artışı hedeflenen bir dönemde ithalatın kısıtlanması da imkansızdır. (Zaten YEP’te de net ihracatın büyümeye katkısı yüzde eksi 0.8 olarak öngörülmüş.) Diğer bir döviz kazandırıcı eylem turizm gelirlerinde artıştır. Ancak 2020 için bu gelirlerde öngörülen 5.3 milyar dolar artış gerçekleşse bile bunun 2020 büyümesi üzerindeki etkisi oldukça marjinal kalacaktır. (2022 yılına kadar turizm gelirlerinde öngörülen yüzde 60’ın üzerindeki artış ise gerçekçi değil.) Bir başka döviz kanalı ise tabii ki doğrudan yabancı yatırımlardır. Ancak bu konuda ivmelenme sağlanması hem ekonomide kalıcı bir stabilite elde edilmesine, hem de önemli yapısal reformların gerçekleştirilmesine bağlı olduğu için, bugünden yarına gerçekleşebilecek bir olgu değil.
Son olarak da tabii hem kamunun, hem de özel sektörün dış borçlanma kanallarını kullanmasıyla yabancı tasarruf çekilebilir. Özellikle gelişmiş ülkelerin tekrar parasal genişleme politikalarına meyil etmesiyle bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de para girişi olabileceği düşünülebilir. Ancak gerek dış borçluluk oranlarımızın yüksekliği, gerekse de finans ve finans-dışı kesim bilançolarının henüz tam bir şeffaflığa kavuşmamış olması bu imkanı kısıtlamaktadır.
Kısacası, 2020’de yüzde 5 büyüme hedefi gerçekçi değildir. Eğer eldeki imkanlarla bu hedef zorlanırsa, ekonomik dengelerin bozulmasıyla birlikte yeniden bir kriz ortamına girilme ihtimali artacaktır.