Yeniden bankacılık krizi

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Geçmişi analiz etmek geleceğe ilişkin beklentileri oluşturmamıza yardımcı olur. Bundan dolayı da iktisatçılar beklentilere ayrı bir önem verir. Beklentiler kendi kendine oluşmaz. Hükümetin, şirketlerin ve hane halkının davranışları beklentilerin yönünü belirler. Yaşadığımız kriz sürecinde beklentiler tam bir gel git eğiliminde. İşler iyiye gidiyor der iken birden bire farklı bir sektörden ya da politika aracında aykırı bir gösterge iyimser düşünceleri kötümserliğe dönüştürüyor.

Bu köşeyi takip edenler küresel krizin 1929 krizinden daha büyük bir kriz olduğunu, ancak krize 1929'dan daha iyi müdahale edildiğini, yine bu köşede krizin atlatılmasının hemen ardından dünya ekonomisinde büyük bir kamu borcu stoku ve enflasyon sorunu ile karşı karşıya kalınacağını yazdığımızı anımsayacaklardır. Kamu borç stoku, borç stokunun tamamı değildir. Bir ülkenin toplam borç stokuna, kamu borcuna özel sektör ve hane halkının borç stoku eklendiğinde ulaşılır. Borcu verenler ise bankalar ve aynı zamanda cari işlemler açığını kapatma işini üstlenen yurtdışı tasarruf sahipleridir.

Yaklaşık 13 trilyon dolar ile dünyanın en yüksek borç stokuna sahip olan ülke ABD'dir. ABD hükümeti kriz nedeni ile daha fazla borçlanma ile karşı karşıya . Şimdilik borçlanmada sorun yaşamıyor. Ancak reel sektörün ve hane halkının borç stoku ülkenin bankacılık sektörü için önemli bir tehlike olarak önünde duruyor. Doğal olarak bankalara kaynak aktaran ABD hükümeti de bu durumdan rahatsız. Bu kaygı sadece ABD'ye özgüde değil, AB'de borç stoku ve bankacılık sektörünün durumu konusunda endişeli.

Bu endişelerin somuta döküldüğünün açık göstergesi ise 5 Eylül'de Londra'da G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısı öncesinde, ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner ile AB Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet 4 Eylül 2009 tarihli Financial Times gazetesinde yan yana yazdıkları makalelerde finansal sistemin karşı karşıya kaldığı ödeyememe riskinin doğuracağı sonuçları farklı şekillerde ele aldılar. Yazdığı makalede Geithner bankacılık sektöründe istikrarı sağlamak için daha fazla öz kaynağa ihtiyaç olduğunu söylerken, bunun nasıl sağlanacağını net bir biçimde söylemiyor. Onun yerine yüksek sermaye yeterliliğinin hangi faydaları sağlayacağını anlatıyor.

Geithner söyledikleri ne bankacılar için ne de iktisatçılar için yeni değil. ABD Hazine Bakanı bu yazdıklarının Basel II'de yer aldığını elbette biliyor. Ancak bizim BDDK'ın belirsiz bir tarihe ertelediği Basel düzenlemelerini ABD'nin neden uygulamaya sokulmadığının yanıtını Geithner vermiyor. Elbette Geithner yanıtı biliyor. Yanıt sermaye kavramında gizli. Dünya devi şirketlere sahip olmalarına rağmen ABD'li firmalarda, bankalarda kriz öncesi Basel II'nin istediği sermaye yeterliliği oranını sağlamaktan uzaktılar. Zaten krizin bu kadar derinleşmesinin altında da öz kaynak yetersizliği ve borçlanma yapısındaki bozukluk yatıyor.

Kriz bitti bitecek der iken yeni bir krizden en azında dalgalanmadan söz ediliyor. Açıkçası bu söylenti dedikodu değil bir gerçeğin ifşası. Yeni krizin adı bankacılık krizi olacak gibi. Böyle bir krize girilmesi ise, şu anda sürdürülen W, U tartışmasının; W lehine sonuçlanması olacak.

Türkiye bu krizin neresinde kalır diye sorarsanız yanıtı uzun. Belki bir başka yazıya.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019