Yeni Zelanda izlenimleri

Ali Ekber YILDIRIM
Ali Ekber YILDIRIM TARIM DÜNYASINDAN [email protected]

Tarım ve hayvancılıkta incelenmesi gereken farklı bir model, Yeni Zelanda. Tarım yazan bir gazeteci için laboratuvar niteliğinde. Ürettiğinin yüzde 90'nından fazlasını ihraç ediyor.

Gelişen teknoloji ve iletişim araçları sayesinde her türlü bilgiye ulaşmak mümkün. Ancak, yerinde görmek, modeli uygulayanlarla ve modelin parçası olanlarla konuşmak, orada yaşamak çok farklı bir deneyim.

Geçen hafta bu deneyimi yaşadık. Yeni Zelanda Ticaret ve Girişimcilik Ajansı'nın organizasyonu ve Yeni Zelanda Türkiye Ülke Müdürü Gökşin Duman'ın daveti ile 10-19 Haziran'da bu ülkede birçok çiftlik, işletme, kuruluşu ziyaret ettik. 

Kıtanın en büyük tarım, hayvancılık fuarı Fieldays'de iki gün boyunca bakandan birlik yöneticilerine, çiftçilerden firma temsilcilerine kadar birçok kişi ile görüştük. Türkiye için düzenlenen özel semineri izledik. Bütün bunları ayrıntılarıyla yazacağız. Bugün size genel hatlarıyla bazı izlenimlerimizi paylaşacağız.

Öncelikle Yeni Zelanda'ya gitmek için uzun uçak yolculuğunu göze almanız gerekiyor. İzmir'den İstanbul’a, İstanbul’dan Dubai'ye 5 saati bulan yolculuktan sonra, Dubai'den ülkenin en büyük kenti olan Aucland'a kesintisiz 16 saat uçtuk. Sadece uçakta geçen süre 20 saatten fazla. Aktarmalarda beklenen zaman dikkate alındığında her şey yolunda giderse en az iki gününüz yolda geçiyor.

Dönüş yolunda yolculardan birinin hastalanması ve uçağımızın Kuala Lumpur'a zorunlu iniş yapması nedeniyle 30 saati aşkın zamanı yolda geçirdik.

Güney yarım kürede yer alan Yeni Zelanda'da haziran ayı kışın başlangıcı. Bu nedenle Türkiye'deki aşırı sıcaklığın tersine orada hava soğuktu.

Ülkeye ayak basmadan önce uçakta tüm yolcuların doldurması zorunlu olan bir form dağıtıldı. Adınız, soyadınız, pasaport numaranız, ülkede ne kadar kalacağınıza ilişkin klasik soruların yanı sıra formdaki en ilginç soru, ayağınızdaki ayakkabılarla son 1 ayda bir çiftlik ziyaretinde bulunup bulunmamanızla ilgili. Bir başka ilginç soru yanınızda herhangi bir bitki, tohum, gıda maddesi getirip getirmediğinizle ilgili.

Bu sorular neden soruluyor?

Ülke hayvancılık ve tarım ülkesi. Hayvan hastalıklarını önlemek için ayağınızdaki ayakkabının temiz olmasına bakılıyor. Hastalık taşıma riskine karşı önlem alınıyor. Son bir ayda bir çiftliğe gittiğinizi beyan ederseniz sizi baştan aşağı dezenfekte ederek ülkeye alıyorlar. Böylece hastalığın ülkeye girmesini engelliyorlar. 

Bitki ve gıda maddesi kesinlikle ülkeye sokulmuyor. Bir yolcu, uçakta kendisine ikram edilen muzu çantasına koyduğu için 1 saatten fazla bekletildiğini öğreniyoruz.

Ayrıca sigara konusunda çok hassaslar. Tiryaki de olsanız yanınızda sadece 50 adet sigara sokabiliyorsunuz. Üstelik ülkede sigaranın paketi 20 Yeni Zelanda Doları. Türk lirası için yaklaşık 2 ile çarpmalısınız.

Türkiye'ye gelirken Aucland Havaalanı’nda elimizde kalan son Yeni Zelanda dolarlarını harcayalım diye alışveriş yaptık. Hava limanındaki satış yerlerinde süt tozu, keçi sütünden ve inek sütünden yapılmış tablet ve daha birçok ürün var. İki paket 750 gramlık süt tozu aldık. Türkiye'ye girişte sorun olur mu diye düşünürken hiç kimse sormadı.

İki farklı yaklaşım. Türkiye’ye istediğiniz ürünü sokabiliyorsunuz. Bu nedenledir ki Yeni Zelanda'da hayvan hastalığı diye bir sorun yok. Veterinerlerin en az iş yaptığı ülke olarak biliniyor.

Türkiye'de ise, şaptan şarbona, çiçek hastalığından tüberküloza her türlü hastalık kol geziyor. Hayvan hastalıklarına her yıl milyarlarca lira harcanıyor. Ülkenin sınırlarından sadece kaçak hayvan, kaçak et girmiyor, hastalıklar da giriyor. Kaçak yolların yanı sıra resmi, olarak yapılan canlı hayvan ve et ürünleri ithalatıyla da ülkeye hastalıklar giriyor. Hayvan hareketleri ve insan hareketleri ile hastalıklar yayılıyor.

Yeni Zelanda hayvancılıkta çok önemli, bir model. Fakat bu modeli birebir Türkiye'de uygulamanın olanağı yok. İklim başta olmak üzere çok farklı bir yapı var.

Yılın her döneminde yağış alan Yeni Zelanda'da hayvancılık tamamen ot ve çime yani meraya dayalı yapılıyor. Metrekareye yağış miktarı Türkiye'nin 4-5 katı. Fabrika yemi kullanılmıyor. Gezdiğimiz çiftliklerin tamamı ortalama 600 başlık aile işletmesi. Çoğu üniversite mezunu karı koca ve yanında bir veya iki kişi çalışarak 600 başlık işletmeyi yönetiyor. Hayvanlar günde iki kez sağılıyor.

Yapılan iki önemli iş var. Birisi hayvanların sağılması diğeri hayvanların besleneceği alanların yani arazideki ot veya onların deyimi ile çimin büyütülmesi. Son yıllarda iklim değişikliğine bağlı olarak çimin büyümesi, verimliliği konusunda sorunlar yaşanıyor. Bir çiftçi kendisine ait arazileri büyüklüğüne göre parçalara ayırarak çitle çeviriyor. Rotasyon sistemi ile bu parçalarda hayvanları 12 ay besliyor.

Yem maliyeti Türkiye'ye göre çok düşük. Bu nedenle hayvan fiyatı da, et ve süt fiyatı da düşük. Hayvancılıkta hiç bir devlet desteği yok.

Türkiye'de ise, yağış nedeniyle ot verimi çok düşük. İthal edilen hayvanlar ahıra konularak büyük oranda ithalata dayalı fabrika yemiyle besleniyor. Maliyet çok yüksek.

Gezdiğimiz çiftliklerdeki sağım teknolojisi Türkiye'de son yıllarda kurulan çiftliklerin gerisinde. Türkiye'de ise teknoloji üssü, saray gibi çiftlikler var. Çok gösterişli ve inşaata ciddi paralar harcanıyor. Yeni Zelanda'da ise gösterişsiz ve ihtiyaca göre çiftlikler dizayn ediliyor. 

Aslında iki ülke arasındaki en büyük fark hayvancılığa ve tarıma bakış açısı. Yeni Zelanda'da devlet hedefleri belirliyor. İhtiyaç olduğunda devreye girerek sektörün önünü açıyor. Belirlenen hedefe ulaşmak için herkes kendi alanında en iyisini yapmak için çalışıyor. Kimse birbirinin ayağına basmıyor. Hayvancılık yapanlar potansiyel suçlu olarak görülmüyor. Üretim yaptıkları için el üstünde tutuluyor. Örgüt kirliliği yok. Herkesin görevi ve yapacağı işler belli. Genetik ve ıslah çalışması yapan kurum ayrı, süt analizini yapan ayrı bir kurum, sütü toplama işini kooperatif yapıyor. 

Türkiye'de ise devlet her şeye karışıyor. Hayvancılık yapanları potansiyel suçlu, kendisini de onları terbiye eden üst kurum olarak görüyor. Kimin ne yaptığı belli değil. Herkes her işi yapıyor. Öyle olunca da sorunlarla uğraşmaktan her gün aynı şeyleri konuşmaktan öteye gidilemiyor.

Özetle, iki farklı bakış açısı ve iki farklı model. Birisinde üretimin yüzde 90'ı ihraç ediliyor. Diğerinde her şey ithal ediliyor.

Yeni Zelanda izlenimlerini paylaşmayı sürdüreceğiz. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar