Yeni Vergi Kanunu ile birlikte Trump’ın işi artık bitmiş sayılır mı?
Mühendislerin yaratıcı enerjisinin zincirlerinden boşaldığı bir çağdayız. Ne düşünürlerse, o olabiliyor. Bundan önce hiç böyle olmamıştı. Teknolojik değişim, bu gerçeğin yalnızca bir yansıması aslına bakarsanız. Dünyada alıştığımız ne varsa süratle değiştiriyor. Ama doğrusu ya, en yavaş siyaset ve siyaset kurumu değişiyor. Reform siyaseti kolay iş değil. Hele kafalar bu kadar karışıkken. Kuşku yok ki bugün yaşadığımız sorunların kaynağı tam da burada. Gelin bugün biraz tanımı gereği yerel olan siyaset kurumunun, küresel değişimin hızını yavaşlatmasından ve Amerikan vergi kanununun olası etkilerinden bahsedelim.
Dünyada alışılmadık işler olunca, siyaset de bildiğimiz gibi olmaktan çıkıyor
Nedir sorunumuz? Dünya, 21.yüzyılın insansız fabrikalarına doğru gidiyor. Bizi karbon bazlı olmayan yeni bir büyüme süreci bekliyor. Siyaset ise 21.yüzyılın ilk çeyreğinin bitmesine 7 yıl kala, hala 20.yüzyılın kol gücüne dayalı fabrikalarını savunuyor. Karbon bazlı büyüme hiç bitmeyecekmiş gibi bakıyor ve dijital çağın dışında kalmış gibi duruyor. En azından bugün Amerika’da olan tam da bu. Ama Vaşington ne kadar karmakarışıksa, doğrusu ya, Ankara da ancak o kadar kaotik. Neden?
Geçen hafta Washington’da uluslararası ticaret rejimi konusunda deneyimli bir uzman “Cumhuriyetçi Parti, artık fabrikalarda çalışan işçilerin taleplerine, fabrikaların sahiplerinin taleplerinden daha fazla önem veriyor.” dedi. Ne demek istedi?
Basitçe cevaplayacaksak bu soruyu, herhalde şunu demek mümkün: Fabrikaların sahipleri artık içinde robotların çalıştığı, 21.yüzyıl fabrikasını isterken, işçiler yalnızca işlerini kaybetmek istemiyorlar. İşçiler oy veriyor. Robotlar oy veremiyor. Bir halden diğerine nasıl geçeceğimizi tam olarak bilmediğimiz için siyaset karışıyor haliyle.
Hakikat elbette bundan biraz daha karmaşık: Aslında 20.yüzyılın fabrikalarının sahipleri de değişim daha bir yavaş olsun istiyorlar; aynı fabrikalarında çalışan işçileri gibi. Ama rekabet herkesi zorluyor. Teknolojik değişimden çok haberi olmayan sektörler için, teknolojik değişimi taşıyan girişimcilerin dertleri bir mana ifade etmiyor. İnşaat sektörünün ana teknolojisi 1960’lardan beri hala daha değişmiş değil. Tesla’nın derdini onların da paylaşması zor haliyle. Siyaset orta yolu bulma sanatı olduğuna göre yavaş değişmesinde sorun yok aslında. Sorun olan, siyasetin bu dönemde Trump gibi orta yolu bulmayı bilmeyen ürünleri öne çıkarması sanırım. Bu da doğrudan içinde bulunduğumuz teknolojik değişim çağının, kafaları çok fazla karıştırmış olmasından kaynaklanıyor. Açıktır ki bu değişim sürecini anlayıp yönetecek siyasi elit daha sahneye çıkmış gibi görünmüyor. Hep onları bekliyoruz.
Sonuçta ise, bu geçiş sürecinde, dünya garip bir yer oluyor. Bu da teknolojik değişimin yan sonuçlarından bir tanesi. Kabul edelim ki eskiden herhangi bir gelişme karşısında kimin nerede duracağını varsayabilmek daha kolaydı. Siyasi pozisyon belirlemek daha kolaydı. Artık değil. Hesap yapmak zorlaştı. Plan yapmak ise imkansız hale geldi.
Amerikan Cumhuriyetçi Parti taraftarları arasında Rusya hakkında olumsuz düşünmeyenlerin oranı, Demokrat Parti taraftarları arasında Rusya hakkında olumsuz düşünmeyenlerin oranını geçti. Bu eskiden tam tersiydi. Trump etkisi midir daha belli değil ama Cumhuriyetçi Parti’nin tabanı ile tepesi arasında bir kopuşun ortaya çıktığı son derece belli. Başkan Trump, işte bu değişimin ürünü. 20.yüzyılın fabrikalarında çalışan beyaz işçilerin temsilcisi. Böyle olmanın seçim kazandırdığını da hep birlikte gördük. Seçim kazanmadan siyasette iddia sahibi de olunamıyor. Bildiğimiz Cumhuriyetçi Parti de bildiğimiz gibi olamıyor bu durumda. En azından retorik olarak baktığınızda. Siyasetin hep bir karışık duygular içinde, kararsız kaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Dünya nasıl bildiğimiz gibi değilse, doğal olarak, siyaset de artık bildiğimiz gibi değil. Bundan böyle siyasetin işleyiş biçimi de dahil olmak üzere, siyaset toptan değişecek. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin seçmenlerin kendi başına örgütlenme kabiliyetini artırdığı bir çağda, siyasetin işleyiş açısından da bildiğimiz gibi kalma ihtimali yok.
Eskiden NATO çizgisi vardı, işler görece kolaydı
Türkiye’de biz, dünyanın artık bildiğimiz gibi olmadığını Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile zaten görmüş ve değişeni içimizde hissetmiştik. O vakitten beri, dünyada esas oğlan sayısı arttı. Nasıl arttı? Yeni teknolojiler sayesinde. Teknolojik değişim olmasa Çin böyle bugünkü Çin gibi olamazdı. Karbon bazlı olmayan teknolojik değişim, petrol fiyatlarını yerlerde sürümese, Rusya böyle bir nevi zombi olmazdı. Suudi Arabistan böyle umarsız kalmazdı. Rusya bir nevi zombi haline gelmemiş olsa, bölgemiz daha bir güvenli olurdu. Biz de böyle hep bir karışık duygular içinde kalmazdık doğrusu.
Bakın şu halimize: Kah yerimizde duramıyoruz, aleme nizam vermeye çalışıyoruz. Kah herkes bize komplo kuruyor diye kahrolup, içimize kapanıyor, değerli yalnızlık filan diye ezikliğimize gümüş bir tüy dikiyoruz. Göz ucuyla esas kahramanları izleyip, çizgide durmanın pek zorlaştığı bir sürecin içindeyiz. Kabul: Eskiden NATO çizgisi daha bir kalın olurdu. Çizginin dışına düşme riski olmazdı. Şimdi öyle değil. Şimdi herkesle birlikte davranıyorum derken, açığa düşme riski yüksek. Bakınız Suriye’de Türkiye.
Trump, başkan olduğundan beri ilk kez bir işi tamamladı: Vergi Kanunu çıktı.
Trump, başkan olduğundan beri ilk kez başladığı bir işi tamamladı bu cumartesi. Vergi Reformu tasarısı Temsilciler Meclisi’nden sonra Amerikan Senatosu’ndan da geçti. 479 sayfalık üzeri el yazısı düzeltmelerle dolu tasarı geçen cumartesi günü Senato’da 51’e 49 oyla kabul edildi. Ben Cuomo’nun twitine bakmanızı öneririm doğrusu, metni anlamak için: (https://twitter.com/NYGovCuomo/status/936783463692115969/photo/1)
Bundan sonra, kanuni sürecin tamamlanması için Temsilciler Meclisi ve Senato metinleri birbirine uyumlu hale getirilecek. Peki, sonra ne olacak?
Tasarı ile birlikte şirketlerin üzerindeki vergi yükleri hafifletilirken, küresel hareket kabiliyetleri artırılıyor. Siz bakmayın, işçileri seviyoruz, orta direği güçlendiriyoruz muhabbetine. Ama bu arada Amerikan borç stokunun da artmasını beklemek gerekiyor. Cumhuriyetçiler mali disiplini lafzen de unutuyorlar bu kanunla birlikte.
Ama bu kanun ile birlikte Amerika’nın büyüme oranı, az da olsa yükselecek. Ne olacak? Zaten toparlanmakta olan, Amerikan ekonomisi daha da iyi bir hızda toparlanacak. Yeni kanunun büyüme etkisi ile ilgili rivayet muhtelif ama işin uzmanları en az yarım puanlık pozitif bir büyüme etkisi olacağını söylüyorlar. Buna Beyaz Saray ile Kongre’nin ilk kez birlikte bir iş başarmış olmalarının, pozitif “kendini iyi hissetme” etkisini de eklerseniz, Amerika’da büyüme için iyimser olmak gerekiyor. Peki buradan Türkiye için ne çıkar?
Amerikan vergi reformu Türkiye’yi nasıl etkiler?
Birincisi, Amerikan ekonomisinin toparlanma sürecinden büyüme sürecine dönmeye başlaması, dünyanın tamamı için olumlu bir haber. Türkiye gibi bir ülke için ihracata odaklanmak için doğru bir iklimde olduğumuzun altını bir kez daha çizmekte fayda var. Türkiye uzunca bir süredir hiç ihracat hamlesi tasarlamadı. Dış ticaret ile ilgili bakanlığın adını bile ekonomi bakanlığı yaptı. şimdi bu ufuksuzluktan bir an önce çıkıp ihracata, dış ticarete odaklanma zamanı. Burada bir fırsat var.
İkincisi, Amerikan ekonomisinin büyümesi demek dolar bazında faiz oranlarının artmaya başlaması demek. Amerikan Merkez Bankası (FED) bu yıl herhalde 3-4 kez faiz artırır, biz de artan fonlama maliyetlerinin etkisini hissederiz. Cari işlemler açığının finansmanının zorlaşacağı bir dönem Türkiye için elbette iyi değil. İhracat hamlesi kısa vadede ihraç edilebilir bir fazla yaratmak için, bir mali fazlayı da içerebileceği için, Türkiye’ye kısa vadede bu açıdan da faydalı olabilir. Not edeyim aklımızda bulunsun.
Bunları yapmazsak, bu işten yalnızca zarar görürüz. Onu da söyleyeyim
Üçüncüsü, Senato’da bu tasarı görüşülürken gündeme gelen merkez bankalarının bağımsız olamayacağı biçimindeki tartışmalar doğrusu Türkiye gibi ülkeler için doğru mesajları içermiyor. İleride bu tartışmanın genişlemesini bekleyebiliriz.
Böyle bir ortamda, Türkiye’de atılmaması gereken iki adım görüyorum: Birincisi, Merkez Bankası Kanunu’ndaki bağımsızlık maddelerini tartışmaya açmak. İkincisi, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nda döviz işlemlerini serbestleştiren düzenlemeleri tartışmaya açmak. Ben yetkililerin yerinde olsam, Merkez Bankası Kanunu ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nu herhangi bir gerekçe ile tadil edecek bir tasarıyı bugünlerde Meclise asla göndermezdim. Bu ortamda yapmazdım. Onu da not edeyim.
Pompeo, Amerikan Dışişleri Bakanı olursa iyi mi olur?
Geçen Cumartesi ortalığı kaplayan bir başka tartışma ise, Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın görevden alınacağı ve yerine CIA Başkanı Pompeo’nun geleceği dedikodusuydu. Bu ne anlama gelebilir? İşin uzmanları Pompeo’nun Başkan Trump’ı Türkiye’de vize hizmetlerinin durdurulması konusunda ikna eden kişi olarak anlatıyorlar. Buna göre, Pompeo, Trump’a sunuşu sırasında iki resim göstermiş, Venezuela Başkanı Maduro’nun Ankara ziyaretindeki ikili resim ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın İran’ı ziyareti sırasında Hameney ile çekilen ikili resim. Trump ondan sonra ikna olmuş. Vaziyet ayniyle vaki.
Şimdi Washington’da böyle bir değişiklik, Türkiye’yi pozitif mi etkiler? Sanmam. Kongre’de giderek artan Türkiye karşıtlığına engel değil, yardımcı olacak bir yönetimin biçimlenmesi, Türkiye’nin daha önceden hiç alışmadığı bir hal olur. Ben Ermeni Tasarısı için hiç bu kadar uygun bir zemin görmedim doğrusu. Şimdiden tedbir almazsak, işimiz çok zor duruyor bu kez.
Ama ortadaki karışıklık kolay bitecek gibi de durmuyor. “Trump ile Cumhuriyetçi parti elitleri arasındaki uzlaşma vergi reformu tasarısı kanunlaştığında ortadan kalkar” diyordu bir siyaset uzmanı Washington’da geçen hafta. Açıktır ki, iş dünyası Trump yönetiminin dünya ile ilişkiyi kesme kararından memnun değil. Şimdi tasarı kanunlaştı. Bu arada, Trump’ı hedef alan Mueller soruşturması Flynn’in itirafçı olmasıyla bir önemli adım daha attı. Zamanlama bana ilginç geldi doğrusu. Ne bileyim? Görelim bakalım.
20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçmenin zorluklarını yalnızca Ankara’da değil, Vaşington’da da görmek mümkün. böyle bakarsanız, Ankara’da gördüğümüz dar görüşlülük ve beceriksizlik sanki yalnızca bize özgü değil. Siyaset kurumunun karışık duygular içinde olduğu bir dönemin içinden geçiyoruz. Teknolojik değişim, siyaset kurumunu da zorluyor. Bazıları meseleyi daha önce kavrıyor, bazıları nedense o gelecek endişesini hiç ama hiç duymuyor. Biz şimdilik ikinci gruptayız.