Yeni Türkiye yapısının harcı: “dilde reform”

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Krizleri yaratan niteliksel etkenlerden biri de, “sloganların ciddi fikirlerin yerini almasıdır.” Küreselleşme sürecinin ulaştığı “analitik 3.0 ve endüstri 4.0” * aşamalarında, her şey akşamdan sabaha değişiyor, alt-üst oluşlar yaşanıyor; değişiklik, belirsizlik, karmaşıklık ve muğlaklıkla baş edebilmemiz daha yüksek entelektüel kapasite ve sistem kapasitesi gerektiriyor. Bu aşamada birçok sosyo-ekonomik oluşumu açıklarken, kavramların başına “yeni” sıfatını bir slogan olarak eklemek gerekiyor: Yeni dünya, yeni ülke, yeni parti, yeni insan gibi... 

Dengeli tutum 

Hepimiz biliyoruz ki, toplumları krize sürükleyen bir başka niteliksel etken de, dengeli tutum yerine “aşırı ve noksan değerlendirmeler” yapmaktır. İnsanlara yenilik vaat ederken aşırı değerlendirme yaparak karşılanması imkansız olan beklenti yaratmamız ne denli sakıncalı bir tutumsa, noksan değerlendirmelerle gelişme yaratan enerjiyi körletmek ve motivasyonun yitirilmesini hızlandırmak da o kadar sakıncalı ve zararlı bir tutumdur. 

Gelişme, bir değerler sistemi ve erişilebilir kaynak sorunudur. Robert Dixon “Dil en değerli insan kaynağıdır” diyor. İyi bir gelecek yaratmak isteyen her toplum, değerler sistemini ve kaynaklarını etkin ve verimli kullanmak zorundadır. Dil, en değerli kaynağımız olduğuna göre, dil özeni ve dil etkisi üzerine kurgulanmış bir stratejiyi kitlelerle paylaşmayan liderlerin etkin kaynak kulanarak hedefl erine ulaşması bir hayli zordur. 

Steven Roger Fischer, Dilin Tarihi adlı kitabında “Gerçekten de dil olmaksızın insan toplumu düşünülemez. Dil yaşamlarımızı tanımlar, varlığımızı bildirir, düşüncelerimizi formüle eder, bir bütün olarak bizi ve sahip olduğumuz her şeyi mümkün kılar,” genellemesine ulaşıyor. Özellikle toplumun liderleri, kanaat önderleri, iletişim odaklarında yer alanlar “dil özeninden” yoksunsa, insan ve sermaye kaynaklarını israfı kaçınılmazdır. 

Rollo May, Yaratma Cesareti adlı kitabında, “Dil, yol arkadaşımız olan insanların ve kendimizin tarih boyunca birikmiş anlamlı deneyimlerimizin sembolik ambarıdır” diyerek, dil üzerine net fikir sahibi olmanın bir entelektüel, kanaat önderi ve siyasetçi için öneminin de altını çizmiş oluyor. 

İlişki ağıdır 

Fischer’e göre dil, “bilgi alışverişi aracı”dır. Önderlerin kullandığı dil geliştirici, birleştirici, paylaşımcı, kapsayıcı ve değer katan özellikler içermelidir. Düşünür, bir adım daha atarak, “Evrensel anlamıyla dil, canlılar dünyasının ilişki ağıdır. Dilin sınırlarını belirleyen ise aslında insanların tanımlarıdır” diyerek dilin toplumsal ilişkiler, birbirimizi anlama ve anlatmadaki önemini, zihin ererjimizi etkin kullanmadaki yerini de belirtmiş oluyor. Hepimiz biliyoruz ki kaynak kullanma verimini artırmanının özünü oluşturan, kitle organizasyonu ve koordinasyonunu ortak akılla belirlenmiş bir ortak dil ile tanımlarsak amaç ve hedefl ere daha kolay ulaşabiliriz. 

Ronald Wardhaugh’un saptamasına göre, “Toplumun nihai mimarisi ve yeniden biçimlendirilmesi dille ölçülür. Dil, insanın tüm eylemlerine ses verir, bunu karmaşık ve incelikli yollarla gerçekleştirir.” 

Fischer, “Uluslararası ilişkilerden özel ilişkilere kadar sosyal ilişkilerin pek çok katmanı dil aracılığıyla yürütülür, etkin kılınır ve güçlendirilir” derken, dilin birikim yeteneğini koruma ve uzun dönemli geleceği güven altına almadaki yerini de anlatmış oluyor. 

Suzanne Romanie, “Dil yalnızca nereden geldiğimizi, neyi benimsediğimizi ve kime ait olduğumuzu bildirmekle kalmaz, ayın zamanda, kendi bireysel,cinsel ve etnik haklarımıza sahip çıkıp yatırım yapmamız, toplumun talepleri arasında yolumuzu bulmamız ve başkalarına ne istediğinizi ve isteğimizi hayata nasıl geçireceğini bildirmemiz gibi konularda taktik ve stratejik olarak kullanılır” diyerek, kitleleri ileriye taşıyan bir dil geliştirmeden etkili liderlik yapılamayacağını da anlatmış oluyor. 

Hastalıklı toplum 

Fischer bir iletişim aracı olan dilin, olumlu etkileri kadar olumsuzlukları da olabileceğinin altını çizerek, “Bir toplum aynı zamanda dil aracılğıyla gerçekleri karartır; yalan söyler ve aldatır. Bunun toplumun üyelerinin bireysel özgürlükleri açısından son derece korkunç sonuçları olur, bu yüzden demokratik iradelerini gösterme haklarından yoksun kalabilirler. Dilin böylesine kötüye kullanımı, hastalıklı bir toplumun belirtisidir. Geçmişte, bu suiistimale uzun süre boyunca başvuran yönetimlerin hepsi istisnasız yok olmuştur” uyarısını yapıyor. 

Tartışma ve uzlaşma arayışlarını günlük pragmatizmin sınırlarına hapsedersek, girişimci enerjimizi yaratmak istediğimiz sonuçlara odaklayacak kitle desteğini yararacak dil konusunu ihmal ederiz; niyetimiz iyi olsa da istediğimiz yere gitmemiz zorlaşır. 

İsmet İnönü’ nün ünlü anlatımı ile “Yeni bir dünya kurulur; Türkiye’de o dünya içindeki yerini bulur” diyorsak, önce kullandığımız dilin kapsayıcı mı, ayırıcı ve çatışmacı mı olduğunu sorgulamamız gerekir. Eğer, ilkeleri, kuralları ve standartları belirleyenler arasında yerimizi almak istiyorsak, reformlara önce dilimizden başlamalıyız. Yunus Emre’nin dediği gibi, “Sözü pişirip diyenin / Yüzünü ağ eder bir söz!” gerçeğinden uzaklaşmamalıyız. 

ABD gibi hakim ekonomilerde yeni yönetim tekniklerinin yarattığı değişkenlik, belirsizlik, karmaşıklık ve muğlaklıkla başa çıkma üzerine odaklanıyor. Toplumsal enerjiyi etkin kullanmak için en azından toplumun seçkinleri arasında kapsayıcı bir dil arayışına özen gösteriliyor: Fırsatlar ve eşit hakları içtenlikle benimseyen, paylaşılan ortak aklın erdemine inanan, katılımcı yönetim anlayışından beslenen, entelektüel ve sistem kapasitesinin performansını yükselten ve kendini yeniden üretmeyi güven altına alan bir içerik oluşturan dil, bütün girdilerden daha büyük etkiler yapıyor. Kapsayıcı kurumlar, ancak kapsayıcı bir dil yakalanırsa hedefl erini tutturabiliyor. Kapsayıcı ekonomik büyüme, kapsayıcı bir ortak dilin rehberliğinde hayat bulabiliyor. 

Eğer 2023 yakın hedefte, 2050’lerdeki uzak hedefimizde orta gelir tuzağını aşmış bir Türkiye özlemimiz varsa, Yeni Türkiye yapısının harcını oluşturacak olan dil reformunu öncelikle yapmalıyız.... 


* Analitik 1.0, verileri analiz ederek, alışkanlıkla yönetimden, analizle yönetime geçmeye; analitik 2.0, büyük veriyi ehlileştirerek, işimize yarayan bilgilerle üretimde farklılık yaratmayı, analitik 3.0 de üründe bilgi içeriğini derinleştirererek rekabet gücü yaratan fark oluşturmayı anlatıyor. Endüstri 1.0, organik enerjiden mekanik enerjiye geçiş aşamasını, buharlı makineler, içten patlarlı motorlar,elektrik motorları ve jet motarlarının insanın kas gücünün uzantısı olan etkilerinin yaşandığı aşamayı açıklıyor. Endüstri 2.0, kayan bant sisteminin iş süreçleri ve işgücü profillerinde yarattığı değişiklikleri egemen kılan aşamayı anlatıyor. Endüstri 3.0 elektronik kontorlerin üretim sürecinde yarattığı değişikliklerin yaşandığı aşaması oluyor. Analitik 4.0 da, makinelerin,sistemlerin birbirine iletişim kurarak oluşturdukları ağları, yaratılan hız, esneklik ve farklılıkların oluşturmakta olduğu yeni üretim iç örgütlenmesi, endüstri devlet ilişkileri ve devletlerarası ilişkileri betimlemede kullanılıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar