Yeni Türkiye (2)
Hızlı kredi artışının finansal istikrar açısından önemli bir tehdit oluşturduğu 2010’nun sonlarında bu yana ekonomi yönetimince kamuoyuna defalarca açıklandı. Kredi artış oranının sınırlanması gerektiği belirtildi. Arzulanan kredi artış oranları için bazı rakamlar telaffuz edildi. Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu bu amaçla çeşitli dönemlerde çeşitli önlemler açıkladılar.
Önümüzdeki yıl G-20 toplantılarına Türkiye ev sahipliği yapacak. Zira dönem başkanlığı Türkiye’ye geçiyor. G-20 içinde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler var. Gelişmişler dışında kalanlar şunlar: Arjantin, Brezilya, Çin, Endonezya, Hindistan, Meksika, Güney Afrika, Suudi Arabistan, Rusya ve Türkiye. Veri sorunları nedeniyle Suudi Arabistan’ı bir tarafa bırakıyorum. Bu ülkelerde kamu kesimi dışına açılan kredilerin (özel kredilerin) milli gelire oranları ile ilgiliyim. Çeyrek yıllık verilerden, bu oranın bir yıl öncesine kıyasla değişimini hesaplıyorum. İnceleme dönemim 2010’un ilk çeyreği ile 2013’ün son çeyreği arasındaki dönem.
Tüm bu dönemin ortalama değerleri dikkate alınırsa, en hızlı kredi genişlemesi Çin’de. Hatırlayacaksınız; uzunca bir süredir Çin’deki çok hızlı kredi artışının yarattığı riskler tartışılıyor. Çin’de bu nedenle bankacılık sektöründe önemli sorunlar yaşanabileceği dile getiriliyor. 2010-2013 döneminin her çeyreğinde, bir yıl öncesinin aynı çeyreğine kıyasla kredi stoku-milli gelir oranındaki değişimlerin ortalaması Çin için yüzde 10.2. Arkasından yüzde 6.5 ile Türkiye geliyor. Grafik 1’de söz konusu ortalamanın Çin haricindeki ülkeler için değerleri veriliyor. Çin’i çıkardım; zira grafiği ‘okumayı’ zorlaştırıyor.
Bu grafik bana oldukça ilginç geliyor. Nedeni şu: Kredi artışının finansal istikrar açısından sakıncasının bunca dile getirildiği bir dönemde Türkiye’nin kredi genişlemesi diğer ülkelerin çok üzerinde. Arkadan gelen Brezilya’ya özel dikkat: Bir ara, IMF metinlerinde, hızlı kredi genişlemesi açısından dikkat çekilen ülkelerin başında Türkiye ile birlikte Brezilya da vardı. Onlardaki kredi genişlemesi (sözünü ettiğim ‘metre’ ile ölçüldüğünde) bizimkinin yarısı kadar. Hemen belirteyim. Brezilya ve Türkiye’de kredi-milli gelir oranları hemen hemen aynı ve grafikteki diğer ülkelerden daha yüksek.
Yani, kredi-milli gelir oranımız diğerlerine göre düşük de bir dönemden diğerine öbür ülkelere göre kredi artışı az olsa bile bizim artış oranımız yüksek çıkıyor falan değil. Bizde hem kredi-milli gelir oranı yüksek hem de her çeyrekte aynı çeyreğin bir yıl önceki değerine kıyasla değişimi çok yüksek. Gelin dönem ortalaması ile yetinmeyelim, bir de tüm bu dönemde kredi-milli gelir oranının bir yıl öncesinin aynı çeyreğine kıyasla değişiminde gerçekleşen hareketlere bakalım.
Grafik 2’de bu hareketler Brezilya ve Türkiye için gösteriliyor. Dönemi 2014’ün ilk çeyreğini de kapsayacak biçimde uzattım. Bu dönemin önemli bir bölümünde Türkiye’de daha hızlı kredi artışı var.
Peki, bunca finansal istikrar söylemine karşın bu olgu nasıl oluyor da oluyor? Elbette çok çeşitli nedenler ileri sürülebilir. İşin, makro-sakıngan önlemlerin ne ölçüde hayata geçirilip geçirilmediğinden tutun da, uluslararası risk alma iştahı ve ‘politik iktisat’ boyutu da var. ‘Politik iktisat’ derken elbette doğrudan seçimlerle olan ilişkiden söz ediyorum. Sorduğum sorunun yanıtını doyurucu biçimde verebilmek için titiz bir çalışmaya ihtiyaç var. Her neyse…
Geçen yazımda ‘Yeni Türkiye’nin dikkat etmesi gereken ekonomik sorunlardan dem vuruyordum. Bunların başında son yıllarda iyice belirginleşen ‘düşük büyüme-yüksek cari açık’ ikilisi geliyordu.
Şöyle yazmışım:“Birkaç yıldır kol kola girmiş vaziyette hayatımızdalar; iyi değil. En açık biçimde söylemek gerekirse, hem potansiyelimizin altında büyüyoruz hem de bu düşük büyüme oranını yakalayabilmek için bile yurtdışından önemli miktarda borçlanmamız gerekiyor.” Yukarıda sözünü ettiğim hızlı kredi artışına bir de bu boyuttan bakın.
Şöyle de söylenebilir: “Bunca yüksek kredi artışına karşın büyüme oranımız potansiyelimizin altında seyrediyor bir süredir.” Ya da şöyle: Bunca yüklü dış borçlanmaya ve yüksek kredi artışına karşın potansiyelimizin altında büyüyoruz”. İyi değil. İyi değil ama felaket de değil. Önemli olan olguyla kavga etmemek, sorunu saptayıp, onu yok etmeye uğraşmak.