Yeni orta vadeli ekonomik program ve son gelişmeler
Son on gün içinde hem önemli veriler, hem de ileriye yönelik uygulanması düşünülen ekonomik program açıklandı. Yılın ikinci çeyreğindeki milli gelir gelişmelerini öğrendik. Sonra işsizlik verileri yayınlandı. Çarşamba günü ise 2010-2012 dönemini kapsayan orta vadeli program kamuoyuna duyuruldu. Bu programla birlikte 2009'a ilişkin tahminler de yenilendi ve açıklandı.
Bu ayki yazımda bu açıklamalar üzerinde duracağım. Önce GSYH verilerine bakacağım. Daha sonra bu veriler hakkında bazı analistlerin üzerinde durdukları bir uyumsuzluğa değineceğim. Bu uyumsuzluk, daha önce açıklanan sanayi üretim endeksinin ima ettiği sanayi üretimi küçülmesi ile GSYH'nin sanayi alt kaleminden elde edilen küçülme hızı arasındaki büyük fark. Yazımın son bölümünde ise 2010-2012 orta vadeli programına ilişkin bir değerlendirme var.
İkinci çeyrekte GSYH gelişmeleri
İkinci çeyrekte bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 7 oranında küçüldü Türkiye ekonomisi. Bu küçülme oranı beklenenden biraz daha düşük düzeyde gerçekleşti. Ayrıca, ilk çeyrekteki küçülme hızımızda bir değişiklik yapıldı. Daha önce yüzde 13,8 oranında küçüldüğümüz açıklanmıştı. Bu rakam yüzde 14,3 olarak düzeltildi. Bu gelişmeler Grafik 1'de yer alıyor.
Grafik 1: Çeyrekler itibariyle yıllık GSYH büyüme hızı (1999.I - 2009.II, %)
İlk bakışta ilk çeyrekteki küçülme oranından çok daha düşük bir oranda küçülmüş olmamız önemli bir toparlanma işareti olarak algılanabilir. Ama böyle bir yorum yapmak için acele etmemek gerekiyor. Bu küçülme rakamlarını, sonuçta 2009'da ele aldığımız çeyrekte gerçekleşen milli geliri 2008'in aynı çeyreğinde gerçekleşen milli gelire oranlayarak buluyoruz.
2008'in o çeyreğindeki milli gelir yüksek bir milli gelir, diğer bir ifadeyle potansiyel milli gelirimizin oldukça üzerinde bir milli gelir olabilir. Bu durumda 2009'un o çeyreğindeki küçülme hızını hesaplıyorken, aynı çeyrekteki milli geliri oldukça yüksek bir milli gelire bölüyoruz anlamına gelir. Bu durumda hesaplanan küçülme hızı da oldukça düşük çıkacaktır. Tıpkı 2009'un ilk çeyreği için hesaplanan yüzde 14,3'lük küçülme hızı gibi. Zira bunu 2008'in ilk çeyreğini kullanarak buluyoruz. Oysa o çeyrekte Türkiye yüzde 7,3 oranında büyümüştü.
Tersi de geçerli. 2008'in ikinci çeyreğindeki büyüme hızımız potansiyelimizin çok altındaydı: Yüzde 2,8. 2009'un ikinci çeyreğinde, işte potansiyel milli gelirimizin altındaki bu milli gelire kıyasla yüzde 7 oranında küçüldük. Farklı bir ifadeyle, teknik olarak 'baz etkisi' olarak adlandırılan bu etki dikkate alındığında, 2009'un ilk iki çeyreği arasındaki büyüme performansındaki önemli fark, o kadar da önemli olmuyor.
Tamam, yüzde 14,3 ile yüzde 7 rakamlarının ima ettiği kadar bir 'toparlanma' yok da, hiç mi toparlanma yok? Yerimizde mi saymışız? Bu soruları yanıtlamak için farklı göstergelerden yararlanılabilir. Basitçe mevsimlik hareketlerinden arındırılmış reel GSYH verisine bakacağım. Grafik 2'de bu serinin gelişimi yer alıyor. İlk grafikteki gibi büyüme hızı değil de, serinin kendisi gösteriliyor bu grafikte.
Grafik 2: Mevsimlik hareketlerinden arındırılmış reel GSYH (1998.I - 2009.II, 1998 fiyatlarıyla)
Böyle bakınca bir miktar toparlanma olduğu görülüyor. Grafiğin sonundaki yukarı dönüş bunu ima ediyor. Bunlar mevsimlik faktörlerin etkilerinin dışlandığı GSYH verileri olduğuna göre, bir yıl öncesinin aynı çeyreği ile kıyaslamak yerine bir önceki çeyreğe göre büyüme hızına da bakabiliriz. Bir önceki çeyreğe kıyasla, GSYH, 2008'in ikinci çeyreğinden itibaren azalmaya başlamıştı. Oysa 2009'un ikinci çeyreğinde yüzde 5,7'lik bir artış var. Dolayısıyla durum şöyle: "Evet yıllık küçülme hızlarının ima ettiği kadar keskin bir toparlanma yok, ama bir toparlanma da var".
Özel sektör yatırım harcamalarındaki gidişat da dikkat çekici. GSYH 2008'in son çeyreğinde düşmeye başlamıştı. Oysa özel yatırımlar 2008'in ikinci çeyreğinden bu yana azalıyor. 2009'un ikinci çeyreği için açıklanan azalma hızı yüzde 30. İlk çeyrekte ise bu oran yüzde 34 düzeyindeydi. Bu ciddi bir düşüş.
Yatırım harcamalarının milli gelir içindeki payı, tüketim harcamalarına göre çok daha az. Ama her piyasa ekonomisinde olduğu gibi, Türkiye'de de yatırım harcamalarındaki dalgalanmalar tüketim harcamalarındakine kıyasla çok daha şiddetli oluyor. Bu nedenle GSYH büyüme hızını belirlemede tüketim kadar etkili oluyor yatırım. İkinci çeyrekte yüzde 7'lik küçülme hızının temel belirleyicisi oldu yatırımlardaki azalma; küçülmeye 'katkısı' 6,4 puan kadar. Bu olgu, ekonomiye duyulan güvenin ve kredi miktarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor kısa dönemli büyüme hızı açısından.
Sanayi endeksi GSYH uyumsuzluğu
Son günlerde ekonomi basınında, ikinci çeyrek yıllık dönem için açıklanan milli gelir büyümesi rakamları ile daha önce açıklanan sanayi üretim endeksi (büyümesi) rakamları arasında önemli farklılık olduğu vurgulanıyor. Daha önceki dönemlerde bu denli büyük bir farklılığın olmadığı belirtiliyor.
Önce son çeyrekte ne olduğunu hatırlatmakta yarar var. GSYH verilerine göre sanayi sektörü büyümesi ikinci çeyrekte eksi yüzde 8,7. Oysa aynı dönemde sanayi üretim endeksi büyümesi eksi yüzde 15,4. Evet, arada büyük fark var.
Peki, önceki dönemlerde durum nasıl? Böyle bir farklılık var mı? Veriler 1998'den itibaren mevcut. Dolayısıyla büyüme hızları da 1999'dan bu yana hesaplanabiliyor. Her iki büyüme hızının ilişkisi (korelasyonu) yüksek: Yüzde 99. Türkçesi şu: Biri artarken, diğeri de ona çok yakın bir oranda artıyor. Diğeri düşerken, öbürü de hemen hemen aynı hızda düşüyor.
Grafik 3: GSYH'nin sanayi alt kaleminden elde edilen büyüme hızı ile sanayi endeksinin büyüme hızı arasındaki fark (1999.I - 2009.II, puan)
Her dönem için mi böyle? Her iki büyüme hızının arasındaki farkın zaman boyutunda seyri Grafik 3'te gösteriliyor. Sıfırın üzerindeki rakamlar GSYH'den elde edilen büyüme hızının diğerinden büyük olduğunu gösteriyor. Özellikle 2008'in ikinci yarısından başlayarak her iki büyüme hızı arasındaki fark giderek açılıyor ve GSYH değeri daha yüksek bir değer alıyor. Son çeyrekte ise daha önceki tüm değerleri ile karşılaştırılmayacak kadar yüksek bir düzeye ulaşıyor aradaki fark.
Farktaki bu artışın bir açıklaması olması gerekir. Ama o açıklamayı ben bilmiyorum. Bu saptamayı yaptıktan sonra işsizlik verilerine döneyim. İşsizlik verileri aylara göre büyük oynamalar gösteriyor. Bu nedenle bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla artışlara bakacağım. Tablo 1'de bu veriler yer alıyor.
Tablo 1: İşsizlik oranlarında artış (puan)
Genel Tarım dışı
2008 Ağustos 1,0 1,0
Eylül 1,4 1,4
Ekim 1,5 1,7
Kasım 2,5 2,9
Aralık 3,4 3,8
2009 Ocak 3,9 4,8
Şubat 4,2 5,1
Mart 4,8 5,5
Nisan 5,0 5,9
Mayıs 4,4 5,5
Haziran 3,6 4,5
Bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla işsizlik oranları Ağustos 2008'den Nisan 2009'a kadar sürekli arttı. Son iki aydır bu artış hızından bir azalma var. Bu olumlu bir gelişme. Ancak, son açıklanan veri bir yıl öncesine kıyasla işsizliğin 3,6 puan daha yüksek olduğunu gösteriyor. Tarım dışı işsizlikteki artış ise 4,5 puan. Yüksek artış rakamları bunlar.
Çarşamba günü 2010-2012 programı açıklanırken 2009 için ortalama işsizlik tahmini yüzde 14,8 olarak verildi. Bu değer 2007 yılında yüzde 10,3'tü. İki yılda 4,5 puanlık bir artış beklentisinden söz ediyoruz. Yüksek gerçekten.
Orta vadeli program: 2010-2012
Çarşamba günü Başbakan Yardımcısı Ali Babacan 2010-2012 dönemini kapsayan orta vadeli programı açıkladı. Programla birlikte 2009 yılına ilişkin güncellenmiş tahminler de kamuoyuna duyuruldu. Açıklanan makroekonomik hedefler ve tahminler iki koşulla ulaşılabilir görünüyor: Yeni bir küresel şok gelmezse ve açıklamada peşi sıra sayılan önlemleri ve reformları hayata geçirebilirsek.
Dış dünyaya ilişkin varsayımlar doğal olarak uluslararası kurumların tahminlerine dayanıyor. Şöyle: Küresel büyümenin 2009'un son çeyreğinden itibaren ılımlı bir şekilde artacağı varsayımı var. Buna paralel olarak emtia fiyatlarında 2010'da önemli bir artış öngörülüyor. Ayrıca gelişmiş çoğu ülkenin, ekonomik toparlanmalarının belli bir aşamasında faiz ve vergi oranlarında artışlara gideceği düşünülüyor.
2009 küçülme oranı tahmini yüzde 6 olarak değiştirildi. 2010'da yüzde 3,5, sonraki iki yıl ise yüzde 4 ve yüzde 5 düzeyinde büyüme öngörüsü var. Kısacası, potansiyel büyüme hızımıza ılımlı bir şekilde yükseleceğimiz düşünülüyor. 2009 ve 2010 rakamları gerçekçi. 2011 için şüphelerim var.
Başbakan Yardımcısı Babacan, 2010 büyümesinin ana itici gücünün bankacılık sektörümüzün sağlam yapısının olacağını belirtti bir soru üzerine. Bütçe açığındaki toparlanmayla birlikte, bankaların daha rahat kredi açabilecekleri düşünülüyor. Zaten programın temel hedefleri sayılırken, ilk belirtilen hedef bu. Buna nasıl ulaşılacak? Programa göre 2009 yılında GSYH'nin yüzde 6,6'sı düzeyinde gerçekleşmesi beklenen bütçe açığı, sürekli azalarak 2012'de GSYH'nin yüzde 3,2'si düzeyine inecek. 2011'den itibaren tekrar faiz dışı fazla verilecek.
Böylelikle, 2009'da bir yıl öncesine kıyasla 8 puan yükselerek yüzde 47,3'e yükselecek olan kamu borcu milli gelir oranı, program döneminde önce çok az artacak, son yıl ise tekrar 2009 düzeyine inecek. Bu, kamu sektörünün bankalarda toplanan yurtiçi tasarruflardan daha az 'su çekmesi' demek. Böylelikle, bankaların reel sektöre daha fazla kredi açma olanakları olacak. Şüphesiz bu potansiyel bir olanak. Kullanılması için ekonomiye güven duyulması gerekiyor.
Kanımca 2010'da bu oranda büyümemizi sağlayacak esas unsur 'baz etkisi' olacak: İlk yıl (2008) 100 birim üretiminiz olsun. İkinci yıl (2009), yüzde 20 gibi yüksek bir oranda üretim azalması yaşıyorsunuz ve 80 birime düşüyorsunuz. Üçüncü yıl (2010) 83 birim üretirseniz, büyüme hızınız yüzde 3,8 oluyor! Oysa ilk yıla göre hala yüzde 17 oranında daha az üretiyorsunuz. Bizim 2010 büyüme hızımız da biraz böyle olacak. Dış dünyanın hafifçe toparlanması ve dış kredi musluklarından azıcık su akması bu yüzde 3,8 için yeterli. Üsteli 2010 hedefi bu basit hesaplamadaki gibi yüzde 3,8 değil; yüzde 3,5.
Ama 2011'de ne olacak? İşte, burada uygulayacağımız politikaların önemi devreye giriyor. Orta vadeli programın bu çerçevede iki ana varsayımı var. Birincisi, 2011'de dış dünya daha da toparlanacak. İkincisi, özellikle maliye politikasında yapacağımız sıkılaştırma ekonomimize duyulan güveni artıracak ve reel faizleri düşürecek. Bir yandan kuvvetli bankacılık sektörümüz, diğer yandan da artan güven ortamı daha rahat dış kaynak bulmamıza yol açacak. Zaten cari işlemler açığı tahminlerinde dış kaynak temininde belli bir rahatlama olacağı öngörüsü var. Cari işlemler açığının GSYH'ye oranı 2009'a göre giderek artıyor ve 2011'de yüzde 3,3 oluyor.
Programın ilk hassas noktası da burada. Küresel finansal sistem 2010'da kendisini toparlayamayacağına göre ve gelişmiş ülkelerde muhtemelen 2010'un ikinci yarısına kalmadan faiz artışları başlayacaksa, bu cari açığı finanse edebilecek miyiz? Edebilmemiz için, açıklanan programla söz verilen mali disiplini sağlamamız gerekiyor öncelikle. Yetmez; sıralanan yapısal reformlardan bir kısmını da gerçekleştirmeliyiz. Öncelik, kayıt dışı ekonomi ile mücadele edilmesi ve işgücünün niteliğinin artırılması olmalı. Ne ölçüde yapabileceğiz? Ayrıntı gerek.
İkinci hassas nokta ise program dönemi içinde genel seçim olması. İşsizlik öngörülerine bir kez daha dikkatinizi çekerim. 2009'da ortalamada yüzde 14,8 düzeyine çıkacağı tahmin edilen işsizlik oranının 2011'de sadece 0,6 puan azalacağı tahmini var. Küresel deneyimden biliyoruz ki finansal krizlerde işsizlik oranları büyük miktarda sıçrıyor. İşsizliğin kriz öncesindeki düzeyine gelmesi, üretime kıyasla çok daha uzun sürüyor. Açıklanan işsizlik ve büyüme tahminleri bu deneyimle uyumlu. Uyumlu da, genel seçim yılında bu kadar yüksek bir işsizlik oranını ne ölçüde kaldırabilir siyaset?
Bu tür kaygıları azaltmak mümkün: Orta vadeli mali kural uygulamasıyla. Basın toplantısında, düşünülen uygulamaya özel bir yer ayrıldı. Almanya'nın yenilerde anayasal bir değişiklik yaparak bu uygulamanın yasal altyapısını güçlendirdiği vurgulandı. Bizde de yasal altyapı üzerinde düşünüldüğü belirtildi. Bu alanda samimi bir çalışma olduğunu biliyorum. Ancak, uygulama yılı olarak 2011 gösterildi; oldukça geç. Bu da açıklanan programın üçüncü hassas noktasını teşkil ediyor.