Yeni küresel eğilimler ve Türkiye ekonomisi

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Geçtiğimiz hafta geneline ülkemiz açısından baktığımızda para politikasının biraz daha gevşetildiğine ve maliye politikasının ise sıkılaştırıldığına tanık olduk. Merkez Bankası Para Kurulu kısa vadeli faiz oranlarını yüzde 0.5 oranında geriletti, kamu finansman ve mali sektörü desteklemeyi sürdürdü; bütçe açığındaki büyümeyi kontrol altına almak için dolaylı vergi oranları masaya yatırıldı ve bazı ayarlamalar yapıldı. İyimser beklentilere bağımlı olan finansal piyasalar ise dış piyasalara paralel bir şekilde dalgalanmaya devam etti. Bu yazıda özetlemeye çalıştığımız gelişmelerin aynı yönde devam etmesi durumunda bu yılın ikinci yarısında yaşanacak olası eğilimleri öngörmeye çalışacağız.

Türkiye ekonomisinde, 2009 yılı başından itibaren faizlerdeki düşüşün kredilere yansıtılmadığına tanık olduk; ekonomideki daralmanın bütçe ve kamu finansman üzerindeki olumsuz etkisi ise büyümeye devam etti. Özel tüketim ve katma değer vergisi düşürülen bazı mallara talep arttırarak vergi gelirlerinin azalmasını önlemek ve Merkez Bankası'nın dolaylı desteği sayesinde büyüyen finansman ihtiyacını karşılamak dışında fazla bir gelişme yaşanmadı. Bugün için devreye yönelik belirsizliği iyice arttırdı: Zira gerek merkezi bütçenin gerekse yerel yönetimlerin gelir yaratmak için yaptığı ve yapacağı tasarruflar bireysel düzeyde kullanılabilir geliri, borç ödeme kapasitesini ve toplam talebi olumsuz yönde etkileyecek. Para politikasındaki gevşemenin kredilere yansımaması durumunda maliye politikası çabaları amacına ulaşmayacak, yok eğer krediler bollaşır ise bu kez döviz kurlarında yaşanacak hareket problem olacak. Aşırı iyimserliğe bağımlılık ve kısa vadeli bakış açıları nedeniyle bazı kesimler, IMF ile anlaşılması durumunda dövizde hareket yaşanmadan kredilerin bollaşacağına ve evdeki hesabın tutacağına herkesi inandırmaya çalışıyor! Bu hesaba dayalı yönlendirme peşinde koşanlar ya yeni küresel eğilimlerin farkında değiller yada işlerine gelmediği için görmezden gelmeye devam ediyorlar.

Gelir dağılımı ve rekabet koşullarındaki olumsuzluklar ve buna bağlı faaliyet geliri erimesi artık küresel eğilimler üzerinde temel belirleyici olmaya başladı. Bundan sonrası için güven bunalımı dalgalı bir şekilde büyümeye devam edecek; küresel ekonomi içinde özel sektörün payı azalır iken kamunun payı artacak ve bütçe açıkları ve finansman ihtiyacı büyüyecek; parasal genişleme kronikleşecek ve enflasyon dinamikleri zaman içinde çok daha hareketli hale gelecek. Parasal genişleme ve kamulaştırmanın olumsuz etkilerini sınırlama ihtiyacı korumacı önlemleri çeşitlendirerek dünya ticaret hacmini ve sermaye hareketlerini daraltacak. Özetle söylemek gerekir ise küreselleşmenin yarattığı eğilimler terse dönecek, kalıcı çözüm için küresel bir uzlaşı mümkün olana kadarda güçlenerek etkisini arttıracak.

Kredi krizi sonrasına egemen olacak küresel eğilimleri hesaba katmak kolay olmuyor; zira gerek küresel finansal piyasalardaki eğilimi belirleyen kısa vadeli beklentiler gerekse etkili ve yetkili kesimlerin kolay çözüm hesabı bunların olmayacağı varsayımına dayanıyor, son otuz yıllık genel eğilimlerin değişmeyeceği öngörülüyor!.. Hal böyle olunca kredi krizlerinin kronikleşmesini açıklamakta zorlanıyor, akıntıya karşı yüzmeye devam etmekte kararlı görünüyorlar. Aslında biliniyor, kapalı kapılar ardında itiraf ediliyor fakat tartışılmıyor. Nisan ayındaki G-20 zirvesindeki küresel uzlaşı ve etkili düzenlemelerin kalıcı çözüm için şart olduğu söylemi başka hangi anlama gelebilir?

Ülkemizde temel politikalarda bir değişikliğe gidilmeden, sorunu üreten ve büyüten yaklaşımlar ile sürdürülebilir yeni bir denge kurmak olası görünmüyor. Bağımlılıklar ise akıntıya karşı yüzülüyor olmasını gizlemek adına kısa vadeye odaklanıyor ve orta vadeye bakmayı reddediyor, yeni küresel eğilimler geniş kesimlerin gözünden uzak tutuluyor. Hal böyle olunca dalgalı bir şekilde ekonominin daralması ve işsizliğin artması kaçınılmaz oluyor; para politikasını gevşetip maliye politikasını sıkılaştırarak sorunların ağırlaşmasını önlemek mümkün olmadığı gibi günü kurtarmakta zorlaşıyor. Küresel eğilimlerdeki yön değişimi hem sermayenin hareket alanını daraltıyor hem de onu yönlendiren kurumları yıpratarak güven bunalımının büyümesine katkı yapıyor.

Biran için varsayalım; Merkez Bankası kısa vadeli faizleri yüzde 5'in de altına çekmiş olsun ve dolaylı vergi oranları da ortalama yüzde 30 oranında artmış bulunsun, İç talep mi artar yoksa işsizlik ve sorunlu krediler mi? Gelir dağılımı ve rekabet koşullarındaki olumsuzluğun aşırılık sınırını aşmış olması nedeniyle para ve maliye politikaları ile ince ayar ne yazık ki artık mümkün görünmüyor. Etkili ve yetkili çevrelerde bu kısır döngüden çıkılmasına katkı yapacak, topluma gerçekleri anlatarak desteğini talep edecek cesareti gösteremiyor. Eski nakaratlar tekrarlanıyor ve sıkıntılar dalga dalga kabusu büyütüyor...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar