Yeni kabineden alınan güçlü sinyal: Jeoekonomik güç olma
Yeni kabine, henüz açıklanmadan önce bile kulis haberleriyle hem içeride hem de dışarıda büyük yankı uyandırdı. Batı basınında 1. Tur seçimlerinden önce dolaşan otokrat tanımlamaları seçimin kazanılmasıyla yerini teknokrata bıraktı… Türkiye’nin yeni kabinesi bu kez üç dönemlik olduğu için milletvekili olmayan isimlerin yanı sıra, AK Parti hükümetlerinde daha önce bakan olarak görev yapan 4 ismi de bünyesine katarak, güçlü sinyaller veriyor.
İsimlerden bazılarına ve ekonomide oluşturdukları ilk izlemine bakılacak olursa: Cumhurbaşkanı Yardımcılığına getirilen Cevdet Yılmaz, son olarak Meclis’te Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığı görevini yürütüyordu ve kendisinin ismi ekonomi yönetimiyle birlikte anılmaktadır. Mehmet Şimşek, hem mevcut ekonomik görünüm hem de Cumhurbaşkanının seçim sonrasında yaptığı açıklamalarda ekonomiyi öncelemiş olması nedenleriyle en çok öne çıkan isim oldu. Kendisinin uzun yıllar ekonomi yönetiminde yer almış olmasının yanı sıra uluslararası finans piyasalarında da başarılı bir karnesi var. Sn. Şimşek, Sn. Yılmaz’la yakınlığı ile de biliniyor. Şimşek’in ismi, Batı’da yeniden geleneksel (ortodoks) para politikasına dönüş sinyali olarak algılanıyor ki ekonomide en çok eleştiri alan kısımlardan biri para politikası olmuştu. Diğer taraftan tarım, teknoloji ve enerji gibi alanlarda bakanlıkların yardımcılık vazifesi yapan isimlere atanmış olması ve Ticaret Bakanlığının da sahadan gelen bir isme atfedilmesi hem yenilik hem de mevcut strüktüre bağlılık olarak algılanabilir. Ancak jeoekonomi vurgusunun önemli bir parçasını oluşturan gelişmeyi Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın dış işleri bakanlığına getirilmesi olarak görüyorum ki bu bakış açımın temelinde mevcut küresel dinamikler ve Türkiye’nin bu düzlemdeki yeni yaklaşımı yatıyor.
Bir istihbarat başkanı neden dış işlerine getirilir?
Kısaca bir tespit yapmak gerekirse Avrupa’nın ortasında devam eden bir savaş, bu savaşın ve öncesindeki pandeminin yarattığı arz ve gecikmiş talep kaynaklı sorunlar, hem enflasyonist bir ortamı hem de ekonomide durgunluğu bir arada önümüze bir sorun yumağı olarak getirmiş olup, neoliberalizmin küresel oyuncularının baş aktörleri olan ABD ve Avrupa tarafından sorgulandığı ancak diğer taraftan da kürenin geri kalanına dayatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Türkiye ekonomisindeki manzaraya bakılacak olursa; büyümenin başarıldığı ancak kompozisyonun iç tüketim ve kamu yatırımı ile desteklendiği, diğer taraftan yüksek enflasyonun hem hane halkı hem de reel sektör açısından taşınan ağır yükünün liralaşma stratejisi bağlamında baskılanan kurun piyasada yarattığı anomaliler ile birleşerek tazyik yarattığını görüyoruz. Sonuç ne yazık ki hedeften uzak, artan açıklar ve rezervlerde erime…
Hal böyle olunca en büyük ihtiyaç da dış finansman oluyor.
Türkiye ekonomisinde dış finansman sağlamanın ve makro ekonomik parametrelerde dengeye oturmanın yegane yolu ortodoks politikaya geçmek değildir.
Bu sadece kısa vadeli ve oldukça acılı bir operasyon olurdu ki Türkiye’nin asıl sorunu yapısal ve uzun vadelidir. Öngörüm odur ki yeni ekonomi yönetimi kısa vadede bankalar ve kur üzerindeki baskıyı ve BDDK’nın döviz limitlerini kademeli olarak serbest bırakmak gibi bir takım yumuşama adımlarıyla piyasayı rahatlatacaktır ancak asıl önemli atılımın dış politika ve ekonomi stratejileriyle eşanlı olarak yaratılacak serbest ticaret anlaşmaları ve yurtdışından fon temini olacağını düşünüyorum. Yeni küresel düzlemde etkin bir rol alabilmenin yolu sadece faiz artışıyla değil, jeopolitik, finans, teknoloji, enerji ve sosyal kalkınma hedefleri ile hatta yeni bir ikili olan diplomasi ve yapay zekadan geçmektedir. Bu hafta sonu FT’da yayınlanan bir haberde CIA direktörü Bill Burns’ün iki ülke arasında kötüleşen ilişkileri onarmak adına geçen ay Çin’e bir ziyaret gerçekleştirdiği yer alıyor. Washington Konsensüsüne bile yeni bir yaklaşım bahşeden Çin’in yapay zeka teknolojisi artık küresel ekonominin yönünü değiştirecek cinsten bir jeoekonomik öneme erişmiştir. Artık sıra, ülkemizin yenilikçi ve stratejik hamlelerine gelmiştir ve Avrasya açılımına merkez teşkil edecek kadar büyük düşünme zamanıdır…